EGE ORTAÇGİL, Klinik Psikolog
“Sır eve düşen bir bomba gibidir” der Fransız psikanalist Anne Ancelin Schützenberger. Konuşulması zor olan, dile getirilmesi yasaklanan, susturulan travmalar, ev içinden başlayarak kuşaktan kuşağa sessizce aktarılırlar. Elden ele geçirilen bu “sıcak patates” sadece kişinin kendisinin değil, yakınlarının, çevresinin, toplumun da elini yakar zamanla. Tam da bu nedenle, kadına yönelik şiddetle ilgili evde, sokakta, iş yerinde suskunluğun bozulması, şiddetin önlenmesi ve eşitliğin sağlanması için hayatidir.
Bildiğiniz gibi, 25 Kasım tüm dünyada “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edilmektedir. Dominik’te filizlenen bu karar, 1999 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmesi ile birlikte yaygınlaşmış, bilinirliği, görünürlüğü artmıştır. Türkiye’de de kadına yönelik şiddetin son 15-20 yılda daha görünür ve konuşulur olduğunu söylemek mümkündür. Başta kadın örgütleri olmak üzere, üniversiteler, sivil toplum, kamu, özel sektör gibi pek çok kurum ve kuruluş, kadına yönelik şiddete karşı sıfır tolerans ilkesiyle ilham verici çalışmalar sürdürmektedir. Örgütlenmenin, dayanışmanın yanı sıra eşitliğe dair yapılan her çalışma kadına yönelik şiddet ile mücadelede önemli bir rol oynamaktadır.
Kadına yönelik şiddetin temelinde toplumsal, ekonomik, politik, psikolojik, pek çok farklı unsurdan bahsetmek mümkündür. Örneğin, toplumsal cinsiyet rolleri, gücün olumsuz kullanımı, çocukluktan başlayan ihmal, istismar, erken, çocuk yaşta ve zorla evlilik, yoksulluk, eşitsizliği pekiştiren politikalar, yetersiz destek mekanizmaları ilk akla gelenler olabilir. Bu unsurların çeşitliliği, kadına yönelik şiddetin farklı disiplinlerin dahil olduğu, kapsayıcı ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Türkiye’de Ocak ayından bu yana tam 350 kadın öldürülmüştür[1]. Veriler, 2020 yılında kadınların %60’ının evinde, %68’inin eş, partner, baba gibi tanıdıkları erkekler tarafından öldürüldüğünü göstermektedir[2]. Bir başka deyişle, kadınlar tam da en güvende olmaları gereken yerde, evlerinde, tanıdıkları, bildikleri, belki sevdikleri erkekler tarafından öldürülerek, en temel yaşam hakları ihlal edilmiştir. Kadınların yaşam mücadelesi sadece evde değil, sokakta, iş yerinde, günün her saati sürmektedir. “Birleri artık bir şeyler yapmalı” söylemi yerine bu birilerinin “biz” olduğunu fark etmek ve harekete geçmek zorundayız.
Kadınların insan haklarından faydalanabileceği bir dünya için neler yapabiliriz?
- Kadına yönelik şiddetin ne olduğunu bilmek, şiddetin fark edilmesini kolaylaştırır: Bir şeye müdahale edebilmek için öncelikle onun ne olduğunun anlaşılması ve tanımlanması gerekir. Birleşmiş̧ Milletler kadına yönelik şiddeti “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanmaktadır[3]. Fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel gibi şiddet türlerini bilmek, bu türler arasında daha önemli, daha önemsiz gibi hiyerarşik bir yaklaşıma yönelmemeye dikkat ederek, hepsine karşı sıfır tolerans ilkesini benimsemek önemlidir. Kadına yönelik şiddet, türü her ne olursa olsun, suçtur. “Ama istemediğim gibi davranmadı”, “Niyetim kötü değildi”, “Sadece şaka yapmıştım” gibi bahaneleri bırakmak, nedenini sorgulamaksızın tutarlı bir şekilde müdahale etmek gerekir.
- Kadına yönelik şiddetle mücadelenin ilk basamağı önlemedir: Şiddet gerçekleşirken müdahale etmek, gerekli mekanizmaları harekete geçirmek, süreci takip etmek ve desteklemek, bu alanda yapılabilecek en son adımlardır. Bu bakımdan, öncesinde, şiddeti önlemek için yapılabilecekler oldukça önemlidir. Örneğin, toplumsal cinsiyet rollerini, kısıtlayan, engelleyen, baskı yaratan etkilerini, cinsiyetlere atfettiği izinleri ve yasakları fark etmek ve dönüştürmek, ataerkil sistemi, erki, gücü, ayrıcalıkları sorgulamak, “aynılık” yerine çeşitliliği, “farklı ve eşit” olmayı savunmak, bu bilgi ve farkındalıkları etrafımızdaki kişilerle de paylaşmak anlamlı olabilir. Hiçbirimiz, doğum öncesinden başlayarak kurgulanan cinsiyetten, atıflardan, genellemelerden, yarattığı akıl kirliliğinden muaf değiliz. Çevre durmaksızın bu yargıları üstümüze atarken, bize hayatın her anında önyargılarımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı sorgulamak, değerlendirmek düşmektedir. Benzer şekilde, pek çok kurum ve kuruluş cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve şiddetin önlenmesi için çalışmaya, eğitimler vermeye, savunu faaliyetleri ve kampanyalar düzenlemeye, politika önerileri geliştirmeye devam etmektedir. Bu tür çalışmalara dahil olmak, yaygınlaştırılmalarını, fonlanmalarını desteklemek de değerlidir.
- Şiddetin bir parçası olmamak önemlidir: Kadına yönelik şiddetle mücadele ederken, şiddetin abartıldığını düşünmek, yok saymak, sessiz kalmak, normalleştirmek, “bazı kadının” şiddeti hak ettiğini, istediğini, tercih ettiğini ima etmek, destek olacağım derken tekrar tekrar travmatize etmek, faili korumak ya da şiddete şiddet kullanarak cevap vermeye çalışmak işlevsel çözümler değildir. Hatta şiddetin pekiştirilmesine neden olmaktadır. Kadına yönelik şiddetin engellenebilmesi için en önemli yollardan biri cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır. Yalnızca cinsiyet ayrımcılığının yapılmaması, ayrımcılığa engel olunması da yeterli değildir, eylemli bir eşitlik anlayışının benimsenmesi bir başka deyişle, eşitliği sağlayacak önlemler, düzenlemeler için de harekete geçilmesi gerekir.
T.C. Anayasası’nda belirtildiği üzere, her insan doğuştan eşit; cinsiyeti, bedeni, ırkı, dili, dini, aklınıza gelen ne kadar çeşitlilik varsa, herkes, temel insan haklarından yararlanma hakkına sahiptir. Biliyoruz ki, kadınlık da erkeklik de sadece birer toplumsal kurgu. Biz inşa ettik, biz yıkabiliriz. Biliyoruz ki, fikir ayrılıkları, çatışmalar, tartışmalar her ilişkide yaşanabilir ve doğaldır. Şiddetsiz iletişim kurabilir, bizimle aynı düşünmeyenleri de duyabilir, dinleyebilir, kendimizi de ifade edebilir, anlaşmamak konusunda bile anlaşabiliriz. Biliyoruz ki, öfke, kıskançlık gibi duyguları hissetmekle, birine zarar vermeyi hayal etmekle, eyleme geçmek arasında dağlar kadar fark var. Biliyoruz ki, kadına yönelik şiddet var, bizim de bu mücadelede yapabileceklerimiz var. Eşit bir dünya için bitmeyen umudumuz var.
[1] http://anitsayac.com/?year=2021
[2] Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2020 Raporu
[3] Birleşmiş̧ Milletler, 1993