İZEL G. ÖZKAN, Klinik Psikolog
Oyun, her ne kadar çocukların dünyasına ait gibi düşünülse de, aslında biz yetişkinlerin dünyasında da önemli bir yere sahiptir. İnsanlarla kurduğumuz ilişkilerde, sohbetlerimizdeki ses tonumuzda, mizah anlayışımızda, seçtiğimiz sözcüklerde oyunun yaşamımızdaki yansımalarını görürüz. Çocuklar için durum biraz daha farklıdır. Çocukların en önemli işi oyundur!
Tarihçi Huizinga (1938/1955) oyunun gönüllü bir aktivite olduğunu vurgular; çocukların eğlendikleri için oyun oynadıklarını ve özgürlüğün tam da bu noktada yattığını belirtir.[i] Çocuğu oyun oynamaya iten en temel özellik zevktir; pek çok çocuğun uyandığı andan itibaren büyük bir enerjiyle kendini hayal dünyasının kapılarından salıverdiğini ve oyun saatine başladığını gözlemleriz. Oyun saati ancak çocuk halsizleşip, uykuya yenik düştüğünde son bulur.
Öğrenme ve oyun arasında güçlü bir ilişki bulunur. Oyun sırasında çocuklar zihinsel, duygusal, motor ve sosyal becerilerini geliştirme imkanı bulurlar. Örneğin, sayı saymayı, dengede durmayı, arkadaşlık kurmayı, paylaşmayı öğrenirler. Oynadıkları oyunlar sayesinde, her gün yeni bilgiler öğrenirler ve bu bilgileri anlamlandırırlar. Etrafındaki kişilerin değer ve yargılarını, onlardan gördükleri davranışları ilk önce oyunlarına yansıtırlar. Örneğin, annesi, babası, öğretmeni gibi konuşur, onların bazı davranışlarını taklit edebilirler.
Küçük çocuklar için oyun ve günlük yaşam rutinleri arasında keskin çizgiler yoktur. Siz masanın başında oturmuş, büyük bir özenle 3 yaşındaki kızınıza yemeğini yedirmeye çalışırken, masanın üzerine dökülen yemeğe heyecanla dokunduğunu ve aniden kıkır kıkır gülmeye başladığını fark edersiniz. Yapılacak onca şey, yetiştirilmesi gereken programın arasında yemeğin süresini uzatan bu davranış da nereden çıkmıştır şimdi? Halbuki yemek yerken, sofrada nasıl davranması gerektiğiyle ilgili kuralları da biliyordu! Tabi ki çocuğunuza bu davranışından neden hoşlanmadığınızı açıklayabilirsiniz. Önemli olan ebeveynin de oyun diliyle, mizahla yaklaşıp, çocuğun oyunculuğuna, yaratıcılığına ve bağımsızlık duygusuna zarar vermeden sınırlarını çizebilmektir.
Erikson,[ii] oyunu ‘’duygusal bir laboratuvar’’ olarak görmektedir. Çocuk oyun yoluyla, gerçek yaşamda kendisini rahatsız eden durumları veya diğerleriyle paylaşamadığı duyguları ifade etme imkanı bulur. Yaşantısında onu etkileyen olayları, durumları otun sırasında dışa vurur. Sadece etkilendiği olayı dışa vurmakla kalmayıp, kendince olayı somutlaştırarak, bir çözüm yolu da bulur. Örneğin, doktor randevusundan sonra bir çocuğun doktorculuk oynayarak, bebeklerini muayene ettiğini, onlara iğne yaptığını görmek şaşırtıcı değildir. Kendisinin içinde bulunduğu ve muhtemelen korku, endişe, çaresizlik gibi duyguları hissettiği bir deneyimi oyununda canlandırması, çocuğun bu deneyimin üstesinden gelebildiğini hissetmesini sağlar. Her zaman deneyim ve oyun arasında bu şekilde açık bir bağlantı kurmak mümkün olmaz. Kimi zaman çocuğun oynadığı oyunun onun için nasıl bir anlamı olduğunu bulabilmek adına, daha derin düşünmek gerekebilir.
Çocukla oyun oynamak, onun dilinde konuşmak, bazı ebeveynler için pek kolay olmayabilir. Biz yetişkinlerin dünyasında masa örtüsü sadece bir masa örtüsüdür ve genellikle asıl amacının dışında başka bir göreve hizmet etmez. Bir çocuğun dünyasında ise, o masa örtüsü kimi zaman bir pelerin kimi zaman da uçan bir halıya dönüşebilir. Böylelikle çocuk gündelik hayatın kurallı ve ona sıkıcı gelen yönlerinden kaçış imkanı bularak, kendini daha özgür hisseder. Bazı ebeveynler mutlak bir öğretme aşkıyla “Hayır, o bir masa örtüsü. Bak bu şekilde kullanıyoruz” diyerek duruma müdahale edebilirler. Oysa oyunda ebeveynlere düşen, çocuğun önderliğini kabul etmek ve kendisini yönlendirmesine, nesneleri istediği şekilde kullanmasına izin vermektir. Bir başka deyişle, oyunun daha az yararlısı daha fazla faydalısı yoktur. Çocuğun seçtiği oyun bir şekilde onun için işlevseldir. Her şeyden öte, çocuğa keyif verir ve sonunda mutluluk getirir. Oyunu hayatlarına dahil etmiş ebeveynler çocuklarını daha iyi tanır ve çocuklarıyla aralarındaki ilişkiyi güçlendirirler. Oyun aracılığıyla, ebeveynler çocuklarının bakış açılarını, yaşananlar karşısındaki yaklaşımını keşfederken, çocuklar da diğer kişilerle nasıl ilişki kuracaklarını öğrenirler. Yapılan araştırmalar, ebeveyn-bebek bağlanmasında önemli rolü olan oksitosin hormonunun, annelerin ve babaların bebekleriyle oyun oynadıklarında arttığını göstermektedir. [iii]
Çocuğunuz ile birlikte oynayabileceğiniz pek çok oyun vardır. Oyun hayatın içindedir; biraz yaratıcılık kullanılarak her şey bir oyuna dönüştürülebilir. Örneğin, çocuğunuzla birlikte sokakta yürüyen bir insan seçip, onun hakkında birlikte hikayeler uydurabilirsiniz. Birbirinizin hikayeleri ile ilgili sorular sorarak ilginç, yeni bilgiler öğrenebilir, birbirinizi daha yakından tanıyabilir, ilişkinizi güçlendirebilirsiniz. Örneğin, bir çizgi filmin sesini tamamen kapatıp birlikte izleyebilirsiniz. Kahramanlar arasında geçen diyalogları, duyguları tahmin etmeye çalışıp, çok eğlenebilirsiniz. Bir oyuncak kutusu hazırlayıp, evde işinize yaramayan, kullanmadığınız nesneleri biriktirebilir, onlardan oyuncaklar ve oyunlar yaratabilirsiniz.
Önerilen ve yararlanılan kaynaklar:
Öktem F. Oyun tedavisi
Erikson, E. H. (1993). Childhood and society. WW Norton & Company.
Singer E. (2015). Play and playfulness in early childhood education and care. Psychology in Russia, 8(2), 27.
Süslü K. N. E. (2014). Çocuk Eğitiminde Oyun Dili.İstanbul:Hayykitap.
Vural İ. (2016). Zorlayan ve Zorlanan Çocuklar. İstanbul: Remzi.
Feldman, R., Gordon, I., Schneiderman, I., Weisman, O., & Zagoory-Sharon, O. (2010). Natural variations in maternal and paternal care are associated with systematic changes in oxytocin following parent–infant contact. Psychoneuroendocrinology, 35(8), 1133-1141.
[i] akt. Singer, 2015
[ii] Erikson, 1993
[iii] Feldman, Gordon, Schneiderman, Weisman, Zagoory-Sharon, 2010