Bu hafta çocukların duygularına ve yetişkinlerin bu duyguları nasıl görebileceklerine dair yazılarımızı bir araya getirdik. Çocuklar duyguları ifade etmek için pek çok yol kullanabiliyor. Yetişkinler için bazen bu duyguları anlamak, altında yatan ihtiyacı fark etmek zor olabiliyor. Bazen de sadece çocuğun duygusuna odaklanırken, bu duyguların kendileri üzerindeki yansımalarını fark etmeleri mümkün olamıyor. Yazılarımızda duyguların işlevini, yetişkinlerin doğru bilinen yanlış müdahalelerini ve neler yapabileceklerini özetle çocukların duygusal gelişimini nasıl destekleyebileceklerini ele aldık.
Gelecek hafta çocukluğa dair bültenimiz oyunla devam edecek.
Keyifli okumalar dileriz.
DUYGU MESELELERİ
EKİN EMİRAL, Klinik Psikolog
Günlük yaşantımızdaki işlevselliğimizi etkileyen en geniş küme, duygularımızdır desek abartmış olmayız. Psikolojik sağlığın yanı sıra hafıza, algılama gibi daha nice alan da duygulardan etkilenebiliyor. Aynı adla isimlendirdiğimiz duygular bile farklı bireylerde, farklı şekilde görülebiliyor ve hatta bireyleri farklı etkileyebiliyor. Tam da bu nedenle, duygunun tam anlamıyla ne olduğunu tanımlamak zaman zaman oldukça zorlayıcı oluyor.
Duyguları düzenleyebilmek ise içinde bulunduğumuz duruma ve koşullara duygularımızı adapte edebilme becerisi diyebiliriz. Bunu, duyguyu hissettiğimiz zaman o duyguyla ne yapmayı tercih ettiğimize dair bir beceri olarak düşünmek de mümkündür. Duyguyu düzenleyebilmek doğuştan gelen bir şey değil; aksine, çocukluktan itibaren geliştirdiğimiz bir beceridir[1]. Duygu düzenlemenin ilk adımı duyguyu tanıma ve isimlendirmektir. Sonra fark ettiğimiz ve ismini koyduğumuz bu duyguya “ne olacak?” sorusu aklımızda belirebilir. Duygumuzun o duruma dair bize anlattıklarını dinleyerek başlayabiliriz işe. Olabilecek birçok cevaptan durumu anlamlandırmamıza yardımcı olanı bulduktan sonra bu durumda bu duygunun nasıl bir işlevi olduğunu görmek daha da kolaylaşabilir.
Yapılan çalışmaların kapsamlı bir incelemesi gösteriyor ki[2]; duygu düzenleme becerilerinin etkili olması, uyum sağlayıcı başa çıkma becerileri ve düşük psikolojik sorun yaşama seviyeleriyle ilişkilidir. Bir başka deyişle, duygular düzenlenebildiğinde, farkındalığın arttığını, algılanan stres seviyesinin azaldığını[3], yaratıcı davranışların zenginleştiğini ve diğerlerinin duygularına ve yaşantılarına olan ilginin artığını söyleyebiliriz[4].
Unutmamakta fayda var ki; her türlü duygu insan olmaya ve insanlığa dairdir; hayatımıza ve yaşantılarımızın bizdeki karşılığına dair bize önemli mesajlar verir. Tam da bu yüzden neler hissettiğimizi anlamak, olaylardan daha öncelikli ve hayatidir. Her türüyle duygular bizim için vazgeçilmezdir. Duygularımızı düzenleyebilmek bu noktada hayatımızı zenginleştirecek ve bizi yaşantılarımıza daha da yakın kılacak en önemli mekanizmalardandır. Duygular, hele bir de etkili bir şekilde düzenleniyorlarsa, hayatın renkleridir.
ÖFKENİN BİZE SÖYLEMEK İSTEDİKLERİ
ELİF GÖKÇE, Klinik Psikolog
Sıkılan yumruklar, gösterilen dişler, sıkılan dudaklar, çatılan kaşlar, vücutta gerilim… Bunlar beş temel ve evrensel duygudan biri olan öfkenin ifade biçimlerine karşılık geliyor. Diğerleri korku, üzüntü, mutluluk ve iğrenme. Öfke de diğerleri gibi tamamen doğal ve “gerekli” bir duygu.
Sınırlarımıza/alanımıza girildiğinde, haksızlık karşısında öfkeleniriz. Öfke bize bir şeylerin bizim için yolunda gitmediğini ve kendimizi, ihtiyaçlarımızı korumamız gerektiğini söyler. Öfke de diğer duygular gibi işlevseldir ve kendimizi anlamamızı sağlar. Öfkelendiğimizi hissettiğimizde bizi öfkelendiren şeyi anlamak ve arkasında yatan ihtiyaç üzerine kafa yormak öfkenin görevinin tamamlanmasıyla sonuçlanır.
Ne yazık ki; toplumsal cinsiyetlerinin rollerinin bir parçası olarak erkeklerde fazla gösterilmesi kadınlarda ise nasılsa hiç gösterilmemesi beklenilen bir duygu olarak karşımıza çıkıyor öfke. Böyle olunca da öfkenin arkasına saklanmış üzüntüler, korkular, endişeler görüyor, sebepsiz ağrılarla, gözyaşlarıyla, kronik yorgunluklarla karşılaşıyoruz. Çocuğunun hastalanmasından korkan bir babanın ona bağırması veya kocasına “karşı gelemeyen” kadının her gün baş ağrıları çekmesi gibi.
Her bir duygunun bize postalanıp evimize yollandığını hayal edelim. Postacı bütün duygularımızı her gün evimize getirir. Bu paketlerden mutluluk, gurur, şefkat gibi keyif verici olanlar da üzüntü, öfke, hayal kırıklığı gibi daha “tatsız” olanlar da kapımıza gelmeye devam ediyor. Bunların içinden öfkeyi almamak kapımızda bir sürü öfke birikmesine sebep oluyor ve paketi açmadığımız için ne amaçla geldiğini anlamak mümkün olamıyor. Bazen de kapıda başka pakete yer kalmamasına neden olabiliyor. Her bir paketin özenle bizim için hazırlandığını ve onlara ilgi göstermemiz gerektiğini anlamak işe yarayabiliyor.
Öfkenin kendisi doğal olmakla birlikte öfkeyi düzenleyemeyip zararlı davranışlara yönelmek hem kendimiz için hem çevresindekiler için sorun yaratabilir. Öfkeli hissettiğimizde, tıpkı diğer duygularda olduğu gibi, şöyle bir sıra izlemek öfkeyi düzenlememizi kolaylaştırabilir:
- Olayları ve o olaylara verdiğimiz anlamları veya o olayları yaşayış biçimlerimizi bir duygu eşliğinde yaşarız. Dolayısıyla öfkeyi hissetmeye başladığımız an olay-düşünce-duygu üçlemesi başlamış olur.
- Her duygunun herkes için doğal olduğunu bilerek ondan kaçmamak ve hissettiğimiz şeyin öfke mi yoksa başka duygular mı olduğunu anlamak önemli. Hissettiğimiz şey öfke dışında bir duygu ise veya hissettiğimiz öfkeyle birlikte başka duygular var ise bunlara tek tek dikkat vermek önemli. Aksi takdirde duyulmamış duygular başka şekillerde tekrar karşımıza çıkabilir.
- Bu öfkeye eşlik eden düşüncelerimize, yorumlarımıza ve kafamızdan geçenlere kulak vermek öfkenin işaret ettiği ihtiyacı anlamamızı sağlayacaktır. Bazen yalnız kalma isteği, bazen haklarımızı koruma isteği, bazen varlığımıza zarar veren bir şeyden uzaklaşma isteği ve başka başka ihtiyaçlar olabilir.
- Öfkenin bize söylemek istediğini dinlemek ve ihtiyacımızı anlamak öfkeyi düzenlemenin büyük bir parçası. Devamında ise bu mesajla ne yaptığımız önem kazanıyor. Öfke temel olarak bize bulunduğumuz durumda bir tehdit olduğunu söylediği için mevcut durumdan uzaklaşmak iyi bir fikir olabilir. Her ihtiyacımızın her zaman hemen karşılanması elbette ki mümkün değil. Fakat kendimizi daha iyi anladıktan sonra bizi öfkelendiren şeyi daha az tehdit/düşman/engel olarak görmek mümkün. Öfkeyi düzenleyebilmek kendimizi daha yeterli de hissettireceği için kendimizi ifade etmek de kolaylaşacaktır.
ÇOCUKLAR VE KORKULARI
SERKAN KAHYAOĞLU, Klinik Psikolog
Korku; tüm duygular gibi insanidir ve çocuklar birçok nedenle korku hissedebilir. Örneğin, bir hayvanı görmekten, bir eşyaya dokunmaktan, denize girmekten, tuvalete gitmekten, ebeveynlerinden ayrı kalmaktan, yalnız yatmaktan, yağmurdan, yabancı bir sesten, canavarlardan korkabilir. Bunlar zaman zaman bir yetişkinin aklına gelmeyecek korkular da olabilir. Neden mi? Çünkü o bir çocuktur ve gelişimsel olarak yetişkinlere göre daha kısıtlı kaynaklara, becerilere sahiptir, öte yandan her gün baş etmesi, öğrenmesi, uyum göstermesi gereken yepyeni bir durumla karşılaşır.
Korkular kaçınılmaz olabilir ama uzun süreli ve yıkıcı olmak zorunda değildir. Eğer çocuğun karşılaştığı durumlarla baş etmek için yeterli kaynağı, rehberi, yöntemi varsa korku ve kaygı riski olan her durum çocuğun büyümesi, gelişmesi için bir fırsat haline gelir.
Korkunun bir işlevi var mı?
Öncelikle bilinmeli ki; korku da her duygu gibi yararlıdır yeter ki doğru yerde ve ihtiyaca yönelik kullanılsın. Çünkü korku tehlikeye, tehdide verilen bir cevaptır. Dolayısıyla bir çocuk korkuyorsa, bir tehdit, tehlike algılıyor demektir. Bir tehlikeyi fark etmek ise yaşamda kalmanın belki de birinci koşuludur. Böyle bakıldığında çocuğun korku tepkisi vermesi, onun yaşamda kalmak ya da güvenliğini sağlamak için gösterdiği bir çabadır.
Korkuya neden olan durumun çocuk için gerçekten bir tehlike unsuru olması gerekmez, çocuğun durumu bir tehlike olarak algılaması yeterlidir. Gerçek ya da algılanan bir tehlike karşısında da çocuk kaçabilir, kaçınma davranışları gösterebilir ya da hiçbir şey yapmadan, bir tepki vermeden donup kalabilir.
Ne yapmalı ne yapmamalı?
Bazen çocuğun bakımını üstlenen yetişkinler, anne babalar, duyguların, susamak kadar doğal olduğunu unutur. “Kocaman çocuk oldun, tek başına uyumaktan korkacak ne var, sen erkeksin korkma, köpekten korkulmaz, abla oldun korkma” gibi ifadelerle çocuğun korkusunu küçümseyebilir, görmezden gelebilir, yok sayabilirler. Oysa her duygu bir ihtiyacın işaretidir. Bu nedenle birinci kural çocuğun korkusunu kabul etmektir. İkinci adım ise çocuğun korkmasına neden olan tehdit, tehlikenin ne olduğunu düşünmek anlamak olmalıdır. Sonraki adımda ise tehlikenin, tehdidin çocuğun gözünde ve gerçekte ortadan kaldırmak, çocuğun güvende hissetmesini sağlamak önemlidir.
Korkuların nedeni genellikle çocukların ve hatta yetişkinlerin yanlış bilgileri ya da olay, durum karşısında ne yapılabileceğini bilmemeleridir. “Sakın dokunma, ısırır”, “Bak amca sana bakıyor ve kızıyor”, “Şimdi baban gelecek” gibi bir tehlike, güvenlik tehdidi olmaksızın çocukların korkutulması, onların yanlış düşünce, inanış ve kabuller geliştirmelerine neden olabilir. Üstelik gerçekten tehlikeli olabilecek durumların sonrasında çocuk ile hiç konuşulmaması, çocuğun bu tür durumlarda ne yapabileceği ile ilgili birlikte bilgi, yöntem, seçenek üretilmemesi, önemli bir öğrenme fırsatının harcanması anlamına gelir. Yıllar boyunca tekrarlanan bu tür durumlar çocukların ciddi korkular geliştirmelerine, korku ile baş edememelerine neden olabilir.
Özetle, korkuları aşmak için çocuğun tehdit, tehlike olarak algıladıkları hakkında doğru bilgileri vermek, bu tehditlere karşı neler yapılabileceğini anlatmak, ebeveynlerin çocuğa verebilecekleri en önemli desteklerdendir.
KÜSTÜM, OYNAMIYORUM!
İZEL G. ÖZKAN, Klinik Psikolog
Ebeveyninin peşinde ağlayan bir çocuk, çocuğun ağlaması gittikçe artıyor, ağlamanın tonu arttıkça ebeveyn iyice buz kesiliyor. Bazen dönüp gözlerini kocaman açarak çocuğa susmasını işaret ediyor bazen onu da yapmıyor çocuk hiç orda değilmiş gibi yani ‘’yokmuş’’ gibi davranıyor. Çoğu zaman bu ve benzeri durumlara denk geliyoruz. Yeni ceza anlayışları olarak ya çocuklar düşünme paspaslarına gönderiliyor ya orada değilmiş gibi davranılıyor ya da küsme davranışıyla yani ebeveynin yokluğunun tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.
“Yok saymak” neden çocuğa zarar veriyor?
Görmezden gelme anlayışının temeli, psikoloji literatürüne değerli kavramlar kazandırmış Pavlov’un klasik koşullama kuramından geliyor: “Eğer bir davranışa pekişecek bir tepki verilmez ise o davranış söner”. Doğru, fakat insan için düşündüğümüzde eksik ve yetersiz. Ayrıca, çocuk yetiştirmede kullanıldığında önemli gelişimsel zararları olabilir. İnsan zihni çok karmaşık bir yapıdır ve ortaya çıkan davranışların altında hangi duygu ve ihtiyacın yattığını anlamadan, bunları yok sayarak sadece davranışı ortadan kaldırmaya çalışınca, belki günün sonunda davranışı azaltırsınız fakat altta yatan ihtiyaç nedeniyle çocuğun bambaşka bir davranış geliştirdiğine tanık olabilirsiniz.
Görmezden gelmek, çocuğu karşılıksız bırakmaktır ve çocuğa “sen yoksun” mesajı verir. Çocuğu yok sayan bu tutum, çocukta derin bir endişe, hayal kırıklığı, üzüntü ve güvensizlik gibi duygular yaratabilir. Zaten yaşadığı duyguyla ne yapacağını bilemeyen çocuk bir de ebeveyninin öfkesiyle, gazabıyla karşılaştığını düşünebilir. Bunun başka versiyonları da düşünme paspasları, mola sandalyesi gibi düşünülebilir. Paspas dendiğinde, evlerin genelde dışında, kapı önlerinde kullanılan çok da temiz olmayan bir eşya akla gelir. Yaptığı hataları çocuğun düşünmesini, kendi kendine sakinleşmesini beklemek çoğu kez bir yanılgıdır. Çocuk bu davranışınızı ‘’iyi çocuk, uslu çocuk olursan ben yanındayım yoksa yalnızsın’’ gibi algılayabilir. Bu ve benzeri davranışlar çocuklara kendilerini yetersiz, değersiz hissettirebilir ve duygularını düzenleyebilme becerileri geliştirmelerini engelleyebilir. Çocuk, bu yalnız bırakıldığı deneyimlerde düşünüp taşınıp, yaptığının yanlış olduğu fikrine kapılmaz. Genelde ebeveyninin onu yatıştıramayacağını öğrenmiş olur ve sorun çıkarmayan, hep uyumlu olan çocuk olmak için aşırı çaba sarf edebilir ya da davranışının dozunu artırır ve durum iyice zorlaşır.
Kesin bize garezi var!
Ebeveyn görüşmeleri yaparken, çocuğunun zor davranışlarıyla baş edemeyen ebeveynlere ‘’Sizce neden böyle yapıyor?’’ diye mutlaka sorarım. Aldığım cevaplar geniş bir yelpazede yer almakla birlikte, çocuğunun ebeveynine garezi olduğunu, bile bile yaparak onları çıldırtmaya çalıştığını sıklıkla duyarım. Uygun bir yaklaşım geliştirirken, ilk aşamada probleme nasıl yaklaştığınız önemlidir. Çocuğun bile isteye sorun çıkarttığını düşünmek, çocuğu kötücül, uzlaşmak istemeyen, bir yerde konumlandırabilir. Çocuklar, genellikle evdeki herkes uyuduktan sonra oturup, ertesi günün problemlerini planlamaz. Daha çok hayal kurarlar, gün boyu yaşadıklarını düşünürler, yaşadıklarının olumlu olumsuz etkilerine bağlı duygular hissederler. Tam da bu nedenle çocuğa gerçek bir merak duygusuyla yaklaşmak, davranışın arkasındaki nedeni anlamaya çalışmak ve bununla ilgili pek çok olasılığı gözden geçirmek gerekir. Bu şekilde çocuğunuzun ne hissettiğini anlayabilir, ihtiyacını fark edebilirisiniz.
Ya sonra…
Çocuğunuzla kurduğunuz yakın, samimi ve kendine has ilişki her zaman elinizdeki en güçlü ve yararlı beceridir. Pek çok şey okuyabilir, çevrenizden bilgi edinebilirsiniz. Bunları kendi ebeveynlik tarzınızla harmanlamanız gerekir. Örneğin, çocuklarının davranışlarına verdiği tepkileri değiştirmek isteyen anne babalarla çalışırken, ilk haftalarda yeni denedikleri yaklaşımlar, farklılaştırdıkları cümleler genellikle işe yaramaz çünkü henüz içselleştirilmemişlerdir ve ebeveynler, seans odasında konuşulan örnek olaylarda terapistin söylediği cümleleri ezbere, aynı şekilde kullanmaya çalışırlar. Örneğin ‘’Seni anlıyorum, daha fazla televizyon seyretmene izin vermediğim için bana kızdın’’ gibi cümleler kurabilirler. İlerleyen zamanda ebeveynin gerçek anlamda olaylara yaklaşımı değiştiğinde, bir sonuç almaya başladıklarını görürüz.
Ebeveynler gibi, çocukların da zamana ihtiyacı vardır; hatta belki ebeveynlerden daha fazla. Çocuklar deneyimle öğrenirler. ‘’Bizim çocuk konuşunca her şeyi anlıyor aynı yetişkin gibi’’ düşüncesi yanıltıcı olabilir. Çocuğun zihinsel olarak ne dediğinizi anlaması bu bilgiyi özümsediği anlamına gelmez. Defalarca benzer durumları yaşamaya ve sizin tepkinizi test etmeye ihtiyaç duyarlar. Bir kere anlattıktan sonra değişmesini, değiştirmesini beklemek hayal kırıklığı olabilir.
Çocuğun kendini sakinleştirebilme becerisini kazanması önemlidir. Bunu sağlamak için bebeklikten itibaren izlenebilecek yollar vardır. Bir kişinin duygularını düzenleyebilmesi için önce ne yaşadığını, nasıl hissettiğini anlamlandırabilmesi gerekir. Bunun için de küçük yaşlardan beri bakım veren kişiler çocuğun duygularını görmeli, kapsamalı ve uygun tepkilerle yansıtmalıdır. Örneğin, sıcaktan bunalmış ve ağlayan bir bebek düşünelim. “Tamam tamam, yok, bir şey yok” diyerek bebeği havalara atıp tutarak, bebeğin aksi bir yüz ifadesiyle hiçbir şey yokmuş gibi gülümseyen bir bakım veren, bebeğin kendini anlaşılmamış hissetmesine neden olabilir. Bunun yerine, sakince bebeğe yaklaşıp, ‘’Benim bebeğim çok terlemiş, tamam şimdi ben onu biraz serinleteceğim, bak böyle kıyafetlerini çıkartınca nasıl da rahatladın’’ gibi bir söylem, bebeğin hem dış dünyayı hem de bu dış dünyanın kendisi üzerindeki etkisini anlamasını sağlayabilir. Bu yaklaşım çocuk büyüyene kadar devam ettiğinde, çocuk bir yetişkin olduğunda kendini, yaşadıklarını anlaması, ihtiyaçlarını doyurabilmesi ve anlatabilmesi olasılığı artar.
Çocuklar sakinleşemedikleri zamanlarda yanlarında sakin, yaslanabilecekleri bir yetişkin görmek isterler. Çocuğun zorlandığı bir anda, bu davranışının ebeveynini yıkmadığını, onu güçsüz bırakmadığını deneyimlemeye ihtiyacı vardır. Bazen hiçbir şey yapamasanız dahi, çocuğun zor anında onunla kalabilmek, yanında ona eşlik edebilmek bile çocuk için çok kıymetlidir. ‘’Sen git içerde ağla’’ ‘’beni çok kızdırdın, gidip sakinleşeyim’’ yaklaşımları, çocuğu yalnız bırakır. Tam tersi, ‘’Şu an birbirimize çok kızdık ama bunu birlikte çözeceğiz’’ diyerek orada kalabildiğinizde bazen tartışmaların, kırılmaların da olabileceğini fakat günün sonunda birbirinizi ne kadar sevdiğinizi çocuğunuz deneyimlemiş olacaktır. Unutulmamalıdır ki henüz o, duygusuyla ne yapacağını bilmiyor ve size ihtiyacı var.
Peki, kendini sakinleştirmekte zorlanan ebeveynler ne yapmalı? O duygunun, davranışın sizi neden bu kadar rahatsız ettiğini bulmaya çalışabilirsiniz. Belki sizin de kendi çocukluk yaşantınızda önemli bir yere temas ediyor olabilir. Bu durumda önce kendi karşılanmamış, doyurulmamış ihtiyacınızı gidermek anlamlı olabilir.
[1] Halberstadt, A. G., Denham, S. A., & Dunsmore, J. C. (2001). Affective social competence. Social Development, 10, 79–119.
[2] Compas, B. E., Jaser, S. S., Bettis, A. H., Watson, K. H., Gruhn, M. A., Dunbar, J. P., Williams, E., & Thigpen, J. C. (2017). Coping, Emotion Regulation, and Psychopathology in Childhood and Adolescence: A Meta-Analysis and Narrative Review. Psychological Bulletin, 143 (9), 939-991.
[3] Prakash, R. S., Hussain, M. A., & Schirda, B. (2015). The Role of Emotion Regulation and Cognitive Control in the Association Between Mindfulness Disposition and Stress. Psychology and Aging, 30(1), 160-171.
[4] Lebowitz, M. S.,& Dovido, J. F. (2015). Implications of Emotion Regulation Strategies for Empathic Concern, Social Attitudes, and Helping Behavior. Emotion, 15 (2) ,187-194.