ELİF GÖKÇE, Klinik Psikolog
Günlük hayatta zaman zaman insanların hızlıca ve kolayca, durumları, kişileri, olayları siyah ya da beyaz, iyi ya da kötü, benden ya da senden olarak ikiye ayırdıklarını görebiliriz. Örneğin “benim babam harika biri ne dese doğrudur, o benim kahramanım” ya da “insanlar ya iyidir ya da kötü, ortası yok” diye düşünen ve buna uygun davranan kişilerle karşılaşmış olabilirsiniz. Aslına bakarsanız bu düşünme ve davranma şekli çocukluktan başlıyor.
Psikanalist Melanie Klein’ın en önemli katkılarından biri, “bölme” savunma mekanizması üzerine yaptığı çalışmalarıdır. Çocuklar üzerinde yaptığı gözlemlerle bölmenin insan hayatının ilk yılında hayati derecede elzem olduğunu yazar. Kocaman dünyada hayatta kalmaya çalışan bebek, ihtiyaçlarının karşılanmamasına dair kaygılarıyla baş etmeye çalışır. Baş etmenin bir yolu olarak da tecrübelerini ve diğerlerini “iyiler” ve “kötüler” diye ayırmakta bulur. Örneğin, anne meme verdiğinde “iyi anne” ve meme vermediğinde veya vermekte geciktiğinde “kötü anne” olur; böyle yaparak “iyi anne”yi hep iyi tutmuş olur ve onu idealize eder. “Benim annem bir melek” cümlesinin ilk yansımaları olarak görülebilecek bu tutum, anneyi her şeye kadir, sonsuz iyilik kaynağı, fedakâr ve her şeyden önce çocuğu gözleyen bir konumda görme arzusudur. Dolayısıyla çocuğu kızdıran, üzen ya da korkutan tüm olaylar iyi anneye atfedilmez, kötü anne yapmıştır yani olsa olsa başkasıdır (kötü annedir). Aynı zamanda kendine dair hislerini ve kendi değerini de en yüksek iyilikte tutmaya çalışır ki kötü/eksik/yanlış olduğuna dair duygulara tahammülü yoktur. Örneğin bebeğin memeyi istediğinde alamaması, bebek için güçsüzlüğüne, memeye layık olmamasına, cezalandırıldığına, memenin/annenin onu sevmediğine, yalnızlığa ve bunun gibi birçok dehşet verici duyguya denk gelebilir. Tam da bu sebeple bu duyguları kendinden uzak tutmaya çalışır; kendisinin ve memenin/annenin iyiliğini ve gücünü korumaya ihtiyaç duyar. Bir başka deyişle tüm problemlerin kaynağı, tüm aksamaların nedeni, tüm kötülüklerin sebebi “kötüler” olurken “iyiler” her zaman mükemmeldir, her şeyi doğru yaparlar ve her şeyin en iyisine layıktır.
Yaşamımızın ilk yılından itibaren ihtiyaç duyduğumuz bu “iyiler”i “kötüler”den ayırma mekanizması ruhsal gelişimimizle birlikte hayati değerini kaybetmeye başlar. Zira kendi eksikliklerimize, hatalarımıza ve diğerlerinin de bizi hayal kırıklığına uğratan, beğenmediğimiz yanlarına dair kaygılarımıza tahammülümüz artar. Daha doğrusu artması beklenir. Fakat yine de tahammül edemediğimiz eksiklerimiz, korkularımız veya istemediğimiz, sakıncalı bulduğumuz hislerimiz olabilir; bunlar sanki hiç de bizim değilmiş gibi davranabiliriz ve kabul etmekte oldukça zorlanırız. Örneğin hastalanmaktan, ölmekten korkan birisi “bana bir şey olmaz” diye düşünebilir, doktor kontrollerini aksatıp ilaç almayı reddediyor olabilir. Benzer şekilde kendisini yetersiz ya da eksik hisseden birisi bunun ortaya çıkacağı korkusuyla yardım almaktan çekinebilir; yardım teklif edildiğinde ona hakaret edilmişçesine davranabilir ya da büyük bir kahkahayla geri çevirebilir. Bazen bu dinamik ebeveynlerde kendini “benim çocuğum öyle şeyler yapmaz” cümlesiyle kendini gösterebilir. Bu durum bütün iyilikleri kendimize ve/veya sevdiklerimize atfetmek ve diğerlerini suçlu/kötü/eksik ilan etmek şeklinde hayatımızı kolaylaştırır gibi görünse de meseleleri çok yüzeysel ve gerçeklikten uzak değerlendirmemize neden olabilir. Toplumsal seviyede ise böyle durumlar, ırkçılık gibi bir grup insanı belli bir özelliğinden ötürü toptan şeytanlaştırma derecesine götürebilir. Kendi ekonomik sıkıntılarıyla baş etmekte zorlanan, kendi dertleri karşısında güçsüz ve çaresiz hisseden halkların azınlıkları sorumlu ilan etmesi buna örnek olarak sayılabilir. Benzer şekilde kendini baskın, güçlü ya da çoğunluktaki gruba ait hissedebilmek ve böylece kendi eksiklerinden, yanlışlarından uzaklaşmak isteyen birisi rahatlıkla “ya bizimlesindir ya karşımızdasındır” sloganını benimseyebilir.
Bölme savunma mekanizmalarını kullanmak her insan için doğaldır ve herkes bunu yapar. Psikolojide hemen her konuda olduğu gibi burada da miktar/sıklık çok önemlidir. Sevdiğimiz müzik grubunu dünyanın en iyi grubu ilan etmek de bölme sayılabilir. Fakat kendimizi sık sık “ya hep ya hiç” diye düşünürken buluyorsak, ilişkilerimizde sık sık diğerlerini kötü ilan edip kendimizi kurban görüyorsak, bizden farklı düşünenlerin fikirlerini kabul etmekte hatta dinlemekte zorlanıyorsak veya bir şeyleri kesin doğru ya da kesin yanlış olarak görüp başka ihtimalleri aklımıza dair getiremiyorsak kendi iç dünyamızda nasıl hissettiğimize baştan bakmak iyi bir fikir olabilir. Kendimize biraz daha yakından baktığımızda kendimize çok uzak görüp dışlandığımız insanlara aslında katılmak istediğimizi fark edebiliriz. Benzer şekilde hiç beğenmediğimiz, küçük gördüğümüz ya da istemediğimiz birini kendimize tehdit ya da rakip olarak görüyor olabiliriz. Etrafa “fazla fazla” verilenler, mutluluklar, güzellikler kendimizde eksik olan tarafları hatırlatıp bizi üzüyor ya da kaygılandırıyor olabilir. Tam tersi biçimde, toz konduramadığımız kişiler veya eleştirme düşüncesinin bile bizi korkuttuğu meseleler konusunda algılarımız kapanıyor ve gerçek ilişkiler kurmamızın önüne geçiyor olabilir.
Hepimiz siyah ve beyaza sığmayacak kadar fazla renkliyiz. Gıcık olduğumuz, burun kıvırdığımız, yerden yere vurduğumuz, arkasından dedikodusunu yaptığımız veya göklere çıkardığımız, eleştiri kaldıramadığımız kişiler veya konular muhtemelen tek renk gördüğümüz, tek bir taraftan baktığımız ve bütünü görmekte/yaşamakta zorlandığımız anlara denk geliyor. Hem kendimize hem diğerlerine eleştirel bir gözle bakabilmek bizi daha gerçekçi ilişkilere, daha gerçekçi kararlara ve daha gerçekçi tecrübelere götürecektir. Belki o zaman ortada savaşılacak kimse ya da şey kalmaz da savunma kaynaklarımızı başka kanallara aktarabiliriz. Diğer türlüsü fantastik ama bir o kadar da yüzeysel iki boyutlu bir çizgi filmde tekrar tekrar aynı şeyleri gerçeğe uzak bir şekilde yaşamak gibi değil mi? “Ya şu ya bu”ya değil “hem şu hem bu”ya odaklanabilmek, izin vermek bizi ve ilişkilerimizi zenginleştirebilir.