GİZEM DAL, Klinik Psikolog
“…Dünyaya bir kez çocukken bakarız.
Gerisi hatıradır.”
(Louise Glück, Nostos, Çev. Nuray Önoğlu)
Dünyaya ilk bakışımızda neler görürüz? Tam olarak tanımlayamadığımız, bizde sadece olumlu veya olumsuz birtakım hisler uyandıran bir gaz ve toz bulutu… Tabii bir de bu sislerin içinden bize bakan gözler, yani ebeveynlerimiz… Bu kafa karıştırıcı ve tekinsiz yerde yapmamız gereken tek bir şey vardır, o da hayatta kalmak. Bundandır ki ihtiyaçlarımızı karşılayarak bizi hayatta tutan, bize bizi, kendisini ve içine doğduğumuz dünyayı tanıtarak bir anlam inşa etmemizi sağlayan ebeveynlerimize kuvvetle tutunuruz. Onlarla kurduğumuz bu ilk bağlar, daha sonra kuracağımız ilişkilerin ilk temsillerini oluşturur. Peki bu ilk temsiller yeterince iyi değilse ne olur? Çocukken çaresizce tutunduğumuz ebeveynlerimizle yaşadığımız fırtınalı ilişkileri büyüdüğümüzde romantik partnerlerimizle, çocuklarımızla ve hatta kendimizle yaşamaya mahkum mu oluruz? Yapılan ampirik çalışmalar ve klinik deneyimlere dayanarak böyle bir mecburiyetin olmadığını söyleyebiliriz. Ancak yine de geçmişin, ilk ilişki deneyimlerinin zihnimizdeki yerleri, yaşanma şekilleri üzerimizde hatırı sayılır bir etki bırakır. Peki geçmiş zihnimize nasıl yerleşir ve bunun gölgesinden sıyrılmak nasıl mümkün olabilir? Gelin bunu bağlanma teorisi ışığında inceleyelim.
Güvenli/siz bağlar, zihindeki izdüşümleri ve geleceğe aktarımı
Çocukken bakım verenlerimizle olan deneyimleri zihnimiz adeta bir bilgisayar gibi işler ve o ilişkideki diğeri yani ortağımız hatta belki zaman zaman diğerleri/ortaklarımız ve kendimize dair beklentiler kümesi oluşturur. Örneğin, fiziksel ve duygusal ihtiyaçları ebeveynleri tarafından düzenli olarak görülen ve karşılanan bir çocuğun zihninde yakın ilişki kurduğu bu önemli kişiler gerektiğinde ulaşılabilen, güvenilebilir figürlerdir. Bunun tamamlayıcısı olarak, çocuk kendini bu sevgi dolu ve koruyucu figürlerin karşısında sevilen ve değerli biri olarak deneyimler[1]. Öte yandan, fiziksel ve duygusal ihtiyaçları yeterince görülmeyen, ihmal veya istismar edilen bir çocuğun zihninde ne ötekiler güvenli birer sığınaktır ne de kendisi sevilmeye değer biri. Temel amacı hayatta kalmak olan çocuk için bunu gerçekleştirmenin yolu sıkıca tutunduğu bakım verenlerine uyum sağlamaktan geçer. Daha doğrusu bir mecburiyet söz konusu olduğu için çocuk yaşamda kalmak için uyum sağlamak adına boyun eğmek zorunda kalır. Dolayısıyla çocuk ona bakım veren -çoğu kez ebeveynleriyle- kurduğu ilişkiler içinde kendini fiziksel ve duygusal olarak koruyabilmek adına, temelde güvenli ve güvensiz olarak tanımlanabilen farklı bağlanma şekilleri geliştirir. Bu yazıda bu farklı bağlanma şekillerinin üzerinde durmasak da bu sizde bir merak uyandırıyorsa arşivdeki başka bir yazımıza göz atabilirsiniz.[2]
Bakım verenlerimizle kurduğumuz bu ilişki içinde hem onların hem de kendimizin duygu, düşünce ve davranışlarına dair beklentilerimizi içeren ve henüz biz çocukken zihnimize yerleşen bu ilişki temsillerini biz büyüksek de içimizde bir yerlerde taşımaya devam ederiz. Bu sebepledir ki, örneğin; romantik ilişkilerimizdeki partnerlerimize bir türlü güvenemeyebilir, ilişkiye başlamaktan korkabilir veya sevilmeye değer biri olmadığımızı hissedebiliriz. Bazen de bize iyi gelmeyen ama geçmişten tanıdık olduğumuz bu ilişki modellerini hiç farkında bile olmadan tekrarlama eğiliminde olabiliriz, çünkü zihnimize hakim olan ilişki işleyişi böyledir. Örneğin, gider ısrarla ebeveynlerimize benzeyen kişilere aşık olur veya bakım verdiklerimize tıpkı bize bakım verenler gibi davranırız. Bir nevi tarih tekerrür eder; biz ilişkisel örüntülerimizi kendimizle, sevgilimizle veya çocuğumuzda yeniden yaşadığımız bir döngüye girebiliriz. Örneğin, sevgilimiz tarafından devamlı eleştirildiğimiz veya aşağılandığımız halde buna itiraz edemeyiz. Belli bir süre sonra artık buna dayanamayıp ayrılma yoluna gidebilmişsek de daha sonraki ilişkimizde benzer bir muameleyle karşılaştığımızı fark edebiliriz. Bu denk gelişler tesadüfi değil, belki de bir zamanlar ebeveynlerimizden biriyle kurduğumuz ilişkilenmenin bir benzeridir ve biz zihnimizde yakın ilişkilerin böyle olduğuna dair bir temsille yaşadığımız için rolümüze kendimizi kolayca kaptırırız. Veya, çocuğumuz düşüp yaralandığında içimizden otomatik olarak onu sakinleştirmek değil de tıpkı kendi ebeveynimizin bize yaptığı gibi ona kızmak gelir. Farkında olmadan kendi çocukluk yaşantımızı çocuğumuza yaşattığımız bir döngüye gireriz. Peki bu tarz döngülere girmemek mümkün olabilir mi?
Döngüyü kırmak
Bahsettiğim bu örnekler kader olmak zorunda değil. Alanda yapılan deneysel çalışmalar ve klinik deneyimler göstermiştir ki geçmişte ebeveynlerimizle olan olumsuz ilişkisel deneyimler ve kurulan güvensiz bağlara rağmen bu ilişkisel örüntü devam etmeyebilir ve yakın ilişkide olduğumuz kişilerle güvenli bağlar kurabiliriz.[3],[4] Bunu mümkün kılan faktörlerden biri, çocuğun hayatında onun duygusal ihtiyaçlarını gözeten ve güvenli bir bağ kuracağı, ebeveynlere alternatif olan, en az bir figürün olmasıdır[5]. Bunlar çocuğun yakın çevresini oluşturan kişiler arasından neneler ve dedeler, öğretmenler, teyze, amca gibi akrabalar, arkadaşlar veya arkadaşlarının anne babaları olabilir. Bu kişilerle kurulan ilişkilerin zihinde yer etmesi, kişinin duygusal ilişkileri yorumlama repertuvarını genişleterek hem şu andaki iyi olma halini sağlamak hem de sorunlu ilişkisel temsillerin geleceğe aktarılmaması adına koruyucu bir işlev görür. Çünkü çocuk en azından bir yetişkin tarafından kapsanmış, değerli, tutarlı, yakın, sürekli bir ilgiye, ilişkiye sahip olur. Bu ilişkinin öğrettikleri onun gelecekte benzer, sağlıklı, işlevsel ilişkiler kurmasına yardımcı olur. Yetişkinlik döneminde ise destekleyici ve kişinin ihtiyaçlarına duyarlı bir partnerle kurulan romantik ilişkilerin ve dostlukların dönüştürücü etkisinden söz edilebilir. Her ne kadar geçmişten gelen iç temsiller yakın ilişkilerde güvenli bir bağ kurmayı zorlaştırsa da partnerlerin bu zorluğu tolere etme ve kişiyi kendi güvenli iç dünyasına alabilme kapasitesi geçmişten gelen ilişkisel yaraların onarımı mümkün kılar. Örneğin, bu kişilerin ilişkisel bir kriz anında karşındakinin duygularını anlamaya açık olması, affediciliği, kendisi ve karşısındakinin sınırlarını tutarlı bir biçimde gözetebilmesi, ötekinin duygu ve düşüncelerine değer vermesi gibi özellikleri kişinin ihtiyacı olan ve zamanında düzenli bir şekilde edinemediği güvenli bağı kurmasına zemin hazırlar.
Bunların dışında veya bunlara ek olarak, uzun soluklu ve sürekliliği olan bir psikoterapi desteği almanın döngüyü kırmada önemli bir yeri olduğu söylenebilir3. Terapist, kişinin yaşamında alternatif bir destekleyici figür gibidir.4,5Onunla kurulması muhtemel, devamlılığı olan bir güvenli bağ, zamanla kişinin zihnine daha uyumlu bir ilişkilenme modelinin yerleşmesini sağlayacaktır. Aynı zamanda, kişinin kendisine, ötekine ve ilişkilere dair zihninde oluşan temsillerin terapist eşliğinde gözden geçirilmesi döngüyü kırmak adına büyük önem taşımaktadır. Kişinin geçmişiyle şimdi arasında bağlantılar, talihsiz tekrarlamalar olduğunu fark etmesi hem şu anda yaşadığı zorluğu anlamlandırması sağlar hem de ilişkileri yorumlama biçimini dönüştürmek için gereken adımı atmasını. Örneğin kötü bir karar verdiğinde, bir utanç yaşadığında, ya da arkadaşına kırıldığında hemen vazgeçmek yerine üzerine düşünmek, kendisinin ve diğerinin duygusunu anlamak, konuşmak için terapi güvenli alanlar, deneme fırsatları sunar.
Özetleyecek olursak; evet, çocukluğumuzda bakım verenlerimizle kurduğumuz ilk ilişkiler, kendimize, ötekine ve dünyaya nasıl baktığımızı belirleyen önemli bir yapı taşıdır. Ancak bu bakış açısının olduğu gibi geleceğe aktarımı mutlak değildir. Dünyaya ilk bakışımızda bazılarımız sakin denizler görürken, bazılarımız fırtınalarla cebelleşir. Bu durum kimi zaman çok umutsuz hissettirebilir ancak kendi içimizde güvenli bir liman bulma ihtimali pek de uzak değildir.
[1] Bowlby, J. (1980). Attachment and loss: Vol. 3. Loss, sadness and depression. New York: Basic.
[2] https://www.porta.com.tr/baglanma-ve-romantik-iliskiler/
[3] Egeland, B., Jacobvitz, D., & Sroufe, L. A. (1988). Breaking the cycle of abuse. Child development, 1080-1088.
[4] Saunders, R., Jacobvitz, D., Zaccagnino, M., Beverung, L. M., & Hazen, N. (2011). Pathways to earned-security: The role of alternative support figures. Attachment & human development, 13(4), 403-420.
[5] Zaccagnino, M., Cussino, M., Saunders, R., Jacobvitz, D., & Veglia, F. (2014). Alternative caregiving figures and their role on adult attachment representations. Clinical psychology & psychotherapy, 21(3), 276-287.