ELİF GÖKÇE, Klinik Psikolog
“Komplo” kelimesi Fransızca “complot” kelimesinin dilimize geçmiş. TDK’ye göre anlamı ise “düzen”. Komplo denilince akla ilk gelen kavramlardan biri olan “komplo teorisi”, “bir kimse, kuruluş veya ülkeye karşı gizlice, zarar verici tuzak kurulduğu varsayımına dayanan düşüncelerin tümü” şeklinde tanımlanıyor. Buradan yola çıkarak, komplo teorilerini temel anlamıyla bir düzeni, anlamı keşfetme çabası olarak görebiliriz.
Komplo teorileri, çeşitli kültürlerde farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Bireysel ölçekte, başımıza gelen bir kazayı düşmanımızın bir planı olarak görmek de; toplumsal ölçekte, parlamento seçim sonuçlarını başka ülkelerin müdahalesi olarak görmek de bu kategoride değerlendirilebilir. Komplo teorisi üretilen konuların ortak özelliklerine baktığımızda anlaşılması güç, karmaşık, kabul edilmesi zorlayıcı ve belirsizlik içeren olaylar olduğunu görüyoruz. İnsan beyni ise daimi olarak etrafındaki olayları anlamlandırma çabası içerisinde. Bu çerçevede, beynimizin “karmaşık olayları çözen bir düzen bulma” işine giriştiğini ve komplo teorilerinin bunun ürünü olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Zaman zaman çok “çılgın” olarak nitelendirilebilecek bu teorilerin neden bu kadar çok alıcısı olduğunu anlayabilmek için belirsizliğin insan psikolojini nasıl etkilediğini düşünmek gerekiyor. Belirsiz, bilinmeyen, tekinsiz ve öngörülemez olaylar aynı zamanda birer kaygı ve korku unsuru. Tam olarak anlaşılamayan bir tehlikeye karşı savaşmak veya hazırlık yapmak, belirsizliğe olan tahammülün yüksek olmasını da gerektiriyor. Bunun yerine, parçaları bir şekilde birleştirerek elle tutulur bir düşman yaratmak korkunun alaşağı edilmesi ve “düşmanın planını bozmak” anlamlarına geliyor.
Örnek olarak, günümüzde üzerine en çok komplo teorisi üretilen COVID-19 sürecini ele alalım. İlk andan bugüne kadar nasıl çıktığına, nasıl bulaştığına, neden bitmediğine, ne zaman biteceğine dair birçok sorumuza cevap bulmaya çalışıyoruz. Bu çok bilinmeyenli denklem karşısında çaresizlik, kaygı ve korku duymamak mümkün olmuyor elbette. Tam da bu ortam, komplo teorileri için elverişli bir alan sağlıyor. Biyolojik savaş, çipler, ekonomik kumpaslar, dış güçler gibi çeşitli teoriler belirsizliğin yerini doldurmaya çalışıyor. Bunların bazılarına ve bazen de hepsine birden, aralarındaki çelişkilere rağmen, inanan birçok insan var. Bu kadar alt üst olmuş bir düzende, bunlara inanmayı bir netlik arama, tutarlılık bulma, kontrolü elde tutma, güvende hissetme ihtiyacı olarak yorumlayabiliriz. Bu ihtiyaçların, süreçteki soru işaretleri devam ettiği sürece var olacağını öngörebiliriz.
Neye, neden inandığımızı anlamak, belirsizlikle mücadelede daha bilinçli tercihler yapmayı mümkün kılabilir. Hemen her konuda olduğu gibi, belirsizlik karşısında hangi tutumu sergileyeceğimize karar verirken kendimizi ve ihtiyaçlarımızı anlamak bu süreci yaşamamızı kolaylaştıracaktır. Bunu yaparken tutarlı, gerçekçi, kanıta dayalı bilimsel bilgiyi temel almak önemlidir. Bilgileri teyit etmek, ortada henüz böyle bir bilgi yoksa bunlara inanmamak gerekir. Belirsizlik karşısında kaygıya, telaşa, öfkeye veya çaresizliğe kapılmanın doğal olduğunu kendimize hatırlatarak, asıl ihtiyacımızın ne olduğunu fark etmek işimize yarayabilir. Örneğin, bilmeye ihtiyaç duyuyorsak, işe bilebildiklerimiz ile başlayabiliriz. Bilebildiklerimize, var olan bilgi ve gerçeklere odaklanabiliriz. Bilememenin rahatsızlık verdiğini kabul edebilir, duygularımızı fark edebilir ve düzenleyebiliriz. Böylelikle, komplo teorilerinden kendimizi ve zihnimizi koruyabilir, bu tür bilgilerin yaygınlaşmasını engelleyebiliriz.