EGE ORTAÇGİL, Klinik Psikolog
Bugünlerde, günlük yaşamımızın “olağan seyrine” bakalım: COVID tabloları, ölümler, savaşlar, mülteciler, ırkçılık, ayrımcılık, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, LGBTİ+’lara yönelik şiddet, farklı gruplara karşı fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel, politik şiddet, zorbalık, türcülük, yoksulluk, yoksunluk, iklim krizi… Arka arkaya okuyunca çok geliyor, tıpkı içinden geçerken olduğu gibi. Hangisine üzülsek, kime kızsak, umudu nereden bulsak, kiminle dayanışsak, nasıl yas tutmaya başlasak bilemediğimiz bu olaylara maruz kalıyoruz. Hepsi birbirinden farklı olaylar olsa da, farklı müdahaleler ve önlemler gerektirseler de, çok temel bir histe ortaklaşıyorlar:
“Güvende değiliz.”
Güven duygusu denilince akla gelen ilk teorisyenlerden biri kuşkusuz Erik Erikson’dur. Erikson, insanın sosyal çevresi ile birlikte geliştiğini söyler ve bu gelişim evrelerini tanımlarken, temel güven duygumuzun 0-18 aylık dönemde oluştuğunu vurgular[1]. Bildiğimiz gibi, insan yavrusu, hayatta kalma becerileri açısından çevresindeki yetişkinlere oldukça bağımlı bir halde doğar. Kendimizi tehlikelerden korumayı, kendi kendimize yemeyi, içmeyi, duygularımızı düzenlemeyi, sorun çözmeyi belirsizlikler karşısında kendimizi rahatlatmayı kısaca “kendimize yetme becerisini” zamanla ediniriz. Yaşamın ilk 18 ayında, fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımızın çevremizdeki yetişkinler tarafından ne kadar duyulduğu, görüldüğü, karşılandığı, bunun öngörülebilirliği ve sürekliliği güven duygumuzun temelini oluşturur. “Ben güvendeyim, etrafımdakiler güvenilir, dünya güvenli bir yer” düşüncesinin oluşmasını sağlayan ilk deneyimler çok değerlidir.
Güven duyabilmek, kendimiz, dünya ve diğer canlılarla ilişkilerimizin temelidir. Bugünlerde maruz kaldığımız travmatik olaylar karşısında, sorumluların, yetkililerin, uzmanların, insanlara benzer bir güven duygusunu verebilmeleri tam da bu nedenle hayatidir. Doğrudan ya da dolaylı olarak bu olaydan zarar gören kişilerle birlikte “zarar görmemiş gibi” görülenlerin de bu güvene ihtiyaçları vardır. Tıpkı çocuklukta olduğu gibi, güvenin sadece sözel olarak verilmesi yeterli değildir. Barışçıl, eşitlikçi, her canlıyı düşünen, dışarda bırakmayan, kapsayıcı bir tavır, tutum, davranışla, bütünlüklü bir şekilde sunulması esastır.
İsmini koyalım: Kitlesel travmaların içinden geçiyoruz.
“Travma”, Latince bir kelimedir; Türkçe’ye “yara” olarak çevrilebilir[2]. Bu yaralar bireysel olabileceği gibi toplumsal, kitlesel olarak da açılabilir. Bireysel travmalarda, kişinin fiziksel ve duygusal bütünlüğünü tehdit eden bir durumdan söz edilirken, kitlesel travmalarda çok sayıda insanı, çeşitli grupları etkileyen, sarsan, dehşete düşüren, sırasında ve sonrasında çeşitli yıkıcı sonuçları olan olaylardan bahsedebilir[3],[4].
Bugünlerde deneyimlediğimiz gibi, kitlesel travmaların genellikle tarihsel olduğu, tek bir olay ile sınırlı kalmadığını, uzadığını, tekrarlandığını, süreklilik gösterdiğini söyleyebiliriz3. Beynimizde tehlike sinyallerinin sürekli çalmasına neden olan bu olayların arka arkaya gerçekleşmesi, beraberinde getirdikleri sosyolojik, ekonomik öngörülemezlikler ve belirsizlikler “karmaşık travma” olarak değerlendirilebilir.3 Dolayısıyla bireysel ve toplumsal olarak “iyileşme” sürecine geçişi zorlaştırabilir2,3.
Kitlesel travmaların bireysel etkileri de vardır.
İster insan eliyle yapılsın, ister doğal afet şeklinde yaşansın, kitlesel travmaların “ne” olduğundan öte bireysel olarak bizim bu olaylara nasıl ve ne kadar maruz kaldığımız kadar bu olayları “nasıl” anlamlandırdığımız da önemli bir fark yaratır3. Bu olaylar karşısında kimin, nasıl tepki vereceğini öngörmek oldukça zordur. İnsan kendini “Ne oluyor bana? Daha önce hiç böyle etkilenmemiştim.” derken bulabilir. Daha önceki travma deneyimlerimiz, o anki yaşantımız, fiziksel ve ruhsal sağlığımız, kişisel tarihçelerimiz, sosyal destek sistemlerimiz, dayanıklılığımız, ne kadar esnek olabildiğimiz yani belirsizlikle ilişkimiz gibi farklılıklar, tepkilerimizi çeşitlendirir[5]. Örneğin, bu dönemlerde beceriksizlik, yetersizlik, öfke, hüzün, yalnızlık, çaresizlik, umutsuzluk gibi duyguları daha yoğun hissedebiliriz4. Hatta bazen “hiçbir şey” hissetmediğimizi düşünebiliriz. Tıpkı bizi derinden etkileyen bir tartışmanın nasıl başladığını, katıldığımız bir cenazenin detaylarını hatırlayamamak gibi, adeta uyuşabiliriz. “Ben neden bu ülkede yaşıyordum?”, “Bugün çalışacağım da ne olacak?”, “Gerçekten ne işe yarıyorum?” gibi sorular, sorgulamalar yapabilir, hayatın anlamını kaybetmişiz gibi hissedebiliriz. Bazen konuyla ilgili hiçbir şey duymak, görmek istemezken, konuya yabancılaşırken, bazen bilgi alma, olan biteni öğrenme ihtiyacımız artabilir. Olayla ilgili haberlere sık sık bakabilir, başka bir şey düşünmekte zorlanabilir, olayla ilişkilendirdiğimiz farklı anıların canlandığını fark edebiliriz. Zihnimiz “en kötü” senaryolara odaklanabilir, sorunlara tahammülümüz azalabilir, doğru, yanlış, gerçek ayırt etmek için çabalamamız gerekebilir. Bu zamanlar komplo teorilerine, dedikodulara daha açık hale geldiğimiz dönemlerdir. Başımız, midemiz ağrıyabilir, dünyaları yesek doyduğumuzu hissetmeyebilir, yediğimizin tadını anlamayabilir, uyumak için yatakta dönüp durabiliriz. Tüm bunlar olağandışı duruma verdiğimiz olağan tepkilerdir; yaşam rutinlerine geri dönülmeye başlandıkça giderek azalması beklenir. Sosyal ilişkileri, iş hayatını, gündelik yaşamı etkilemeye devam ettiğinde, işlevselliğinizi bozduğunda psikolojik ve/veya psikiyatrik destek almak için uzmanlara başvurmanız önerilir.
Kitlesel travmaların içinden geçerken neler yapılabilir?
- Travma politiktir, fark edin: Hem bireysel hem de kitlesel travmalar, sosyal bir bağlam içinde gerçekleşirler. Yaşadığımız bölge, etnik kökenimiz, yaşımız, jenerasyonumuz, ekonomik durumumuz, sınıfımız, eğitim durumumuz, cinsiyetimiz, cinsel yönelimimiz gibi ait olduğumuz gruba göre bizi farklı şekilerde etkileyebilir. Kısaca bazı gruplar travmadan her zaman daha fazla zarar görürler. Şiddete, istismara uğrayan, savaşa giden, madende çalışan, pandemiden ya da afetlerden daha çok etkilenen, zarar gören gruplar fark edilmelidir. Dolayısıyla travma öncesinde, sırasında ve sonrasında birey, toplum ve devlet olarak önceliklerimizi nasıl yaptığımız, hangi politikaları oluşturduğumuz ve desteklediğimiz belirleyicidir. Bu bakımdan, travma ile mücadelenin yapısı gereği politik olduğunu söyleyebiliriz. Benzer şekilde, “Çocuk İstismarına Hayır!”, “Aşk Aşktır”, “Şiddete Sıfır Tolerans”, “İklimi Değil, Sistemi Değiştir” gibi söylemler politiktir. Bu söylemlere katılmak ve desteklemek hak temelli bir yaklaşımı benimsemek anlamına gelir.
- Barışçıl bir bakış açısı benimseyin: Kitlesel travmalardan geçerken, barışçıl, kapsayıcı, eşitlikçi bir söylem, tutum, davranış bütünlüğü içinde olmak önemlidir. Genellemeler, nefret söylemleri, ötekileştirmeler hali hazırda travmatize olmuş topluluğun daha fazla travmatize olması anlamına gelir. Eleştirileri, önerileri, fikirleri daha somut, daha barışçıl bir bir bakış açısı ile ifade edebilmek hepimizin ruh sağlığı için koruyucudur. Bu zor zamanlardan geçerken dahi ve hatta belki de en çok bu zamanlarda “herkes için hakikat, adalet, onarım, uzlaşma ve bağışlama çalışmalarının, barışın dilinin ve ortak yaşam alanlarının oluştulması mümkündür”[6].
- Çözüm yerine öncelikle sorun üzerine düşünün: Bazen sorunu anlamadan, sürekli çözüme gidiyor aklımız. Hızlı hızlı, hemen bir yama yapma, ikame etme haliyle sık sık karşılaşıyoruz. Yangınlar devam ederken “Ağaçlandıralım” çağırısı da, “3 kere terapiye gelsem iyi olurum değil mi?” sorusu da niyet açısından iyi olmakla birlikte, oldukça geçici çözümlerdir. Halbuki çözüm, onarım, değişim, dönüşüm aşamalıdır; zaman, deneme, yanılma, çaba gerektirirler. En karmaşık problem çözme stratejileri bile “Sorun ne?” sorusunun en yalın haliyle, yorumsuz, somut olarak tanımlanması ile başlar. Ancak sorunu somut olarak tanımladıktan sonra gerçek ihtiyaçlar fark edilebilir. Çözüm için yol, yöntem, seçenekler bulunur, denenir, çoğunlukla başa dönülür, takip edilir, değerlendirilir. Kitlesel travmalarda da benzer bir yöntemin izlenmesi, çözümlerin daha bütüncül ele alınması, işlevsel olması ve sürdürülebilmesi için önemlidir.
- Duygularınızı anlamlandırmaya çalışın: Kitlesel travmalarda, olayı hatırlatan şeylerden kaçınmak, her şey normalmiş gibi davranmak, duygularla yüzleşmemek insanı daha güçlü, daha dayanıklı yapmaz, aksine durumu kabullenmekte zorlandığını gösterir. Uzun vadede iyi olma halini olumsuz etkiler. Acı, korku, çaresizlik, umutsuzluk, üzüntü, kızgınlık, endişe, her ne hissediyorsak bunlarla birlikte “durabilme” kapasitemiz, duygularımızı olduğu gibi kabul edebilmemizle başlar. Benzer şekilde, sizi dinleyebileceğini düşündüğünüz yakınlarınız, arkadaşlarınızla konuşmak, sohbet etmek anlamlıdır; olumlu, destekleyici ilişkilerin iyileştirdiği bilinmektedir.
Son olarak, dayanışma iyileştirir. Bu dönemde sorumluluk almak, aktif olmak, yardım faaliyetlerinde yer almak çaresizlik, yalnızlık hislerini azaltabilir. Dayanışma her zaman güçlü ve umut dolu bir eylemdir. Öte yandan, sürekli acil müdahale halinde yaşamak hem yorucu hem de maliyetlidir. Sürekli yangınları fiziksel olarak söndürmeye gidemeyiz, selden insan çekemeyiz, ihtiyaç malzemesi alıp gönderemeyiz. Kitlesel travmaları hatırlayarak, takip etme sorumluluğumuz vardır. Ne oldu, neden oldu, sonrasında kime ne oldu, haklar arandı mı, tekrarlanmaması için ne yapılabilir, nasıl politikalar geliştirilebilir gibi konuların açıklıkla ortaya konması önemlidir. Ayrıca, koruyucu, önleyici alanlara yapılan yatırım her zaman daha anlamlıdır. Travmaların oluşmalarını mümkün olabildiğince engellemeye çalışmak, hazırlıklı olmak ve erken müdahale için koşulları oluşturmak temel bir yaklaşım olmalıdır[7]. İnsan hakları, hayvan hakları, ayrımcılık, çocuk koruma, ebeveynlik, cinsellik, ekolojik çalışmalar, aklınıza hangi konu geliyorsa, hangisine kendinizi yakın hissediyorsanız bir yerden başlanabilir. Bu konuları konuşulabilir kılmaya çalışan, farkındalık çalışmaları yapan, izleyen, araştırmasını yapan, politika geliştiren kurum, kuruluş, dernek, vakıf çalışmalarına dahil olmak ve sürdürmek umudu birbirimize sunmak açısından önemlidir.
[1]Erikson, E. H. (1994). Identity and the Life Cycle. WW Norton.
[2] https://www.etimolojiturkce.com/kelime/travma
[3] Çopur, A.S. & Gençer, A. D. (2015). Psiko-Eğitim Broşürleri-4:Toplumsal Travma Nedir? İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık Merkezi.
[4] Yüksel, Ş.& Başterzi A.D. (2021). Kitlesel Travmalar ve Afetlerde Ruhsal Hastalıkları Önleme, Müdahale ve Sağaltım Kılavuzu, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, Ankara.
[5] Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği (2014). Psikolojik İlk Yardım: Saha Çalışanları İçin Rehber.
[6] Zara. A. (2018). Kolektif Travma Döngüsü: Kolektif Travmalarda Uzlaşma, Barışma ve Onarıcı Adaletin İyileştirici Rolü. Klinik Psikiyatri,21:301-311
[7] Yüksel, Ş.& Başterzi A.D. (2021). Kitlesel Travmalar ve Afetlerde Ruhsal Hastalıkları Önleme, Müdahale ve Sağaltım Kılavuzu, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, Ankara.