Bu hafta, yaşamın en kritik dönemlerinden biri olan çocukluk üzerine yazılarımızı bir araya getirdik. Çocuklara, çocukluk dönemine dair söylenebilecek pek çok şey var. Bakım vermekten, oyun oynamaya, duygularını düzenlemekten, davranışlarını anlamlandırmaya, cinsellikle ilgili sorularını yanıtlamaktan ekranla ilişkisini düzenlemeye kadar farklı farklı konular gündeme gelebilir. Bu özeti yaparken, bize en anlamlı gelen, temelden başlamak oldu. Çocuklara dair algılar, çocuk hakları, çocuğun potansiyelini fark etme, çocuğa bakım verenlerin neler yapabilecekleri, bunları yaparken nasıl “yeterince iyi” olabileceklerini ele aldık.
Keyifli okumalar dileriz.
3 MAYMUNUN GÖRMESİ, DUYMASI, KONUŞMASI GEREKİYOR
SERKAN KAHYAOĞLU, Klinik Psikolog
Edip Cansever “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor” der. Çocukluk yaşam boyu her zaman hatırlanır, kalıcı etkilere sahiptir, kişiliğin oluştuğu zamandır. Çünkü çocukluğumuzda olup bitenler hem ilk olmaları nedeniyle hem de beynimizin en hızlı, en kalıcı çalışma dönemi olduğu için büyük etkilere sahiptir. Öyleyse, çocukluğun huzurlu, güvenli, gelişme fırsatlarının sunulduğu bir ortamda geçmesi son derece önemlidir.
Önce algıdan başlamalı
“Çocuk olma, çocuk aklı işte…, sen daha çocuksun anlamazsın, çocuk gibisin, sen çocuksun anne babaya küsülmez” gibi sözler herkes için tanıdıktır. Bu sözler yaşam sevinci, eğlence çağrıştırsa da çoğunlukla küçümseme, güçsüzlük, bilgisizlik, yetersizlik vurgusu için kullanır. Diğer bir deyişle çocuk, aklına pek güvenilmeyecek, çoğunlukla yönetilmesi gereken, itiraz etmesi pek hoşlanılmayan olarak algılanır. Bunun anlamı çocuğun aklıyla, duygularıyla “kendisi gibi olarak” değerli ve etkili algılanmasının göz ardı edilmesidir. Böyle olunca başta ebeveynler olmak üzere yetişkinlerin çoğu, çocuğu hakları ve sorumlulukları olan bir birey olarak değil “kendilerine benzetilmesi gereken, sürekli yönetilmesi gereken, bazı ailelerde sürekli ona bir şeyler sunulması gereken, yaşamlarının merkezine konulan” bir varlık olarak algılanıyor. Bu algının ve tutumun sonucu olarak çocuklar en hafifinden kendilerini ifade etmeyi, yaşam becerileri edinip sorumluluk almayı öğrenemiyor. Ama bu edilgenliğin diğer ucunda hayır diyemeyen, kendisine zarar verildiğinde bunu fark edip, karşı çıkamayan bireyler olabiliyorlar. Ailelerin, yetişkinlerin bu noktada yapmaları gereken birinci adım çocuğu hakları, sorumlulukları, düşünceleri, duyguları olan bir birey olarak kabul etmeleridir.
BİRİ ÇOCUK HAKLARI MI DEDİ?
İZEL G. ÖZKAN, Klinik Psikolog
Tarih boyunca çocukluk kavramı ve çocuğa bakış, topluma, o dönemin özelliklerine göre değişmiştir. Mali kaynak olarak görülen çocuk, yaşlılıkta ebeveynine bakması için yetiştirilen çocuk kavramı bugün çok daha farklı. Yaklaşık yüz yıldır, çocukluk döneminin özel ve önemli olduğunu, çocukluk deneyimlerinin yetişkinlik yaşamını etkilediğini söyleyen sayısız çalışma da çocuğa ve çocukluğa bakışımızı farklılaştırıyor.
Gelişimsel olarak yetişkinlerden daha farklı ihtiyaçları olan çocukların insan haklarından farklı olarak çocuk haklarından yararlanması gerekiyor. “Eğer 18 yaşından küçükseniz, çocuksunuz ve haklarınız var.’’ maddesiyle başlayan çocuk hakları sözleşmesi temelde; ‘’ayrımcılık yapmama’’ , ‘’çocuğun üstün yararı’’, ‘’çocuğun varlığını ve gelişimini sürdürmesini sağlama’’ ve ‘’katılım’’ ilkelerinin benimsendiği 54 maddeden oluşuyor. Bu haklar dünyadaki tüm çocukların eğitim, sağlık, barınma ve korunma ihtiyaçlarının tamamını gözetiyor. Bütün bu ilkeler, çocukların potansiyellerine ulaşmalarını, sağlıklı bir şekilde gelişmelerini hedefliyor.
Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi, “çocukluk bir insanın anavatanıdır.” Biz yetişkinlere düşen çocukların anavatanlarını özgür, eğlenceli, güvenli kılmaktır. En önemli nokta çocukların eğitim, sağlık, barınma ve korunma haklarının hepsini kapsayan çocukların çocuk olma hakkının olduğunun görülmesidir. Çocukların saçmalamaya, biz yetişkinleri hayal kırıklığına uğratmaya, yollarını şaşırmaya, hata yapmaya hakları vardır. Bütün bunlar olduğunda, durumu derleyip toparlayacak, ona rehberlik edebilecek, ihtiyaç duyduklarında sırtlarını yaslayabilecekleri bir yetişkin arar gözleri. Ne kadarını yapabiliyoruz bunların? Onları ne kadar güvende ve korunmuş hissettiriyoruz?
BİZ ŞİMDİ BU ÇOCUKLA NE YAPALIM?
İZEL G. ÖZKAN, Klinik Psikolog
Genetik kaderdir inancı, çok uzun zaman çocukların hangi becerileri, nasıl kazandığını açıklamak için kullanıldı. Çocukların nasıl bağ kurabildikleri, ilişki geliştirebildikleri, problem çözebildikleri, duyguları düzenleyebildikleri gibi pek çok beceri, genetik ve eğitsel aktivitelerin önemine atıfta bulunularak açıklandı. Son yıllarda ise, becerilerin gelişiminde, çocukların ve bakım verenlerin karşılıklı kurdukları ve sürdürdükleri ilişkinin önemi sık sık vurgulanıyor. Bir başka deyişle, ‘’genetik kaderdir’’ inancı eskidi, yerini “çocuğun kapasitesi, potansiyeli geliştirilebilir” inancına bıraktı.
Çocuğun bakım vereniyle ilişkisini merkeze alan yaklaşımında, S. Greenspan çocuğun potansiyelini, kapasitesini geliştirmek için hangi dönemde, neye ihtiyacı olduğunu ele alıyor[1]:
- 0-3 aylık dönemdebebekler temel güven ihtiyacının karşılanmasına ihtiyaç duyarlar. Bunun için bakım verenin zamanında, sakinlikle kendisiyle ilgilenmesi gerekir. Örneğin, emzirirken ya da uykudan önceki sakin bir zamanında kollarınızdayken, göz kontağı kurarak ‘’benim oğlumun uykusu gelmiş’’ ya da ‘’kızım ne kadar da iştahlı emiyor” diyerek onunla paylaşımlarda bulunmanız önemlidir.
- 3-6 aylık dönemde bebeğiniz artık sizinle kendi tarzında daha yakın bir ilişkiye girmeye başlar. Dikkatini çekebileceğini düşündüğünüz şekilde, mimiklerinizi kullanıp, yüzünüzü yakınlaştırıp uzaklaştırabilir, sağa sola döndürerek dikkat süresini uzatmaya çalışabilirsiniz. Bu sırada bebeğin verdiği sinyalleri okumak ve sizden uzaklaşmaya ihtiyacı olduğunu hissettiğinizde geri çekilmeniz gerekir. Sadece mutlu olduğu zamanlarda değil, bütün duygularının kabul gördüğünü hissedebilmesi için başka zamanlarda da onunla yakınlaşıp, onun ifadelerini takip ederek ona geri yansıtabilirsiniz.
- 6 aylıktan bir yaşa kadar olan süredeartık sizinle amaca yönelik etkileşime girmeye başlayacaktır. Size doğru uzandığı, etkileşime girmeye çalıştığı zamanları takip etmeye ve bunu onunla karşılıklı sürdürmeye çalışabilirsiniz. Sadece kelimelerinizle değil, yaptığınız jest ve mimiklerle, alçaltıp yükselttiğiniz ses tonunuzla aranızdaki iletişimi geliştirebilirsiniz. Bunu kolaylaştırmak ve daha kolay uygulamak için birlikte yere oturabilir ya da uzanarak yerde oyun zamanları düzenleyebilirsiniz. Bebeğinizin hareketlerine göre ona tepkiler verebilirsiniz. ‘’Kocaman kırmızı şapkayı nasıl tuttun?”’ gibi cümlelerle isteklerini, ihtiyaçlarını, arzularını ona geri yansıtabilir ve amacına ulaştığını hissettirebilirsiniz.
- 12-24 aylık dönemde çocuklar yavaş yavaş problem çözme becerilerini kazanmaya başlar. Dolabın üzerinde kalmış, erişemediği bir oyuncağını almak istiyorsa, elinizden tutup yanına götürdüğünü, isteklerini işaret ettiğini gözlemlemişsinizdir. Bu isteklerin zaman zaman sizin engellerinizle çakışması ona istediğini elde edebilmek için farklı yollar deneme fırsatı sunacaktır. Bazen ona kendi davranışlarınız, yaklaşımlarınızla rol model olmanız, bazen içinde bulunduğunuz durumu zenginleştirmek adına sizin bir adım atmanız gerekir. Örneğin, bir arabayı bir yolda sadece öne geriye defalarca sürdüğünü görürseniz, başka bir arabayı kapıp anime bir sesle önüne getirip ona çarpmış gibi yapıp, bir diyalog başlatabilirsiniz. Bu dönemde oyunlarda yön veren, idare edenin çocuğun olması önemlidir; onun kurduğu oyunu takip edebilir ve o oyuna göre davranabilirsiniz.
- 2-3-3.5 yaş arasında çocuğunuzun yaratıcılığını desteklemeniz önemlidir. Oynadığı oyunlar çevresinde gözlemlediği, günlük rutinleri, yaşadığı farklı deneyimler ve pek çok temayı içerebilir. Oyunlarında getirdiği temaları, oyunlarındaki duyguları araştırmak, çocuğunuzun çevre hakkında oluşmaya başlayan fikirleri hakkında size önemli ipuçları verecektir. Örneğin, arkadaşı onu oyununa almadığı için üzülen bir tavşanı teselli etmek için gelen başka bir arkadaşı oynatan çocuğunuz dünyadaki karşıtlıkların birlikte bulunduğunu kavramaya başladığını göstermektedir. Bu tip oyunları fırsat bilerek, bu konuyla ilgili uzun konuşmalara girebilirsiniz ve sohbetinizi derinleştirebilirsiniz.
- 5-4 yaşlarındaise, çocuğunuzun bebeksi ve basit bakış açısının değiştiğini fark edebilirsiniz. Çocuğunuzla girdiğiniz onca etkileşim, yapılan uzun tartışmalar, birlikte oynanan dramalar, aranızdaki sıcak etkileşim sonucu çocuğunuz analitik düşünme becerisi geliştirmeye başlar. Farklı bağlamlardaki olaylar arasında ilişki kurabilmesini, duygularını anlamlandırmasını kolaylaştırmak için ona çeşitli sorular sorabilirsiniz. Örneğin, bir oyuncak almak için tutturan çocuğunuza, o oyuncakla ne yapmayı planladığını, nasıl bir oyun hayal ettiğini sorabilirsiniz. Böylelikle hem hayal dünyasına katkı sağlar hem de birçok şeyi düşünmesine fırsat verebilirsiniz. Çocuklara sorular yöneltirken vereceği cevabın sizde merak uyandırdığını hissettirmek ve sorgulayıcı olmayan bir tavırla bunu yapmak önemlidir. Bu dönemde ‘’neden?” sorusunu daha az kullanmaya çalışabilirsiniz. Çünkü çocuğun isteğinin altında yatan arzuyu, motivasyonu keşfedebilmesi bu dönem için henüz zordur. Onun yerine sorularınızı çeşitlendirmeyi, derinleştirmeyi deneyebilirsiniz.
Çocuklar denemeye, öğrenmeye, keşfetmeye, gelişmeye biz yetişkinlerden çok daha açıktır. Çocuğun işaretlerini görebilen, çocukla arasında sıcak, samimi, karşılıklı bir ilişki kurmaya çaba gösteren bir bakım verenin olması oldukça önemlidir.
EBEVEYNLİĞİN EN KRİTİK SORUSU: “ÇOCUĞUM NEDEN BÖYLE DAVRANIYOR?”
MELTEM YILMAZ, Klinik Psikolog
“Çocuk ile ebeveyn arasındaki ilişkinin doğasında yatan kritik nokta: çocuklar kendi benliklerini, onun için her durumda yanında olacak bir yetişkinin zihninden bulmaya çalışırlar.” Peter Fonagy.
Hepimiz daha bebekken bize erken dönemde bakım veren kişilerle kurduğumuz bağın izlerini yaşatırız. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren, bize bakım verenlerle aramızda eşsiz ilişki ağları oluşur. Bu dinamiklerin en belirleyicisi kendi ebeveynlerimizle olan bağımızın bizim zihnimizdeki yeri yani bu bağın bize duygu ve düşünce olarak ne ifade ettiğidir. Zaman zaman farkında olsak da, bu duygu ve düşünce kalıplarının davranışlarımıza etkisi çoğu zaman farkındalığımızın dışındadır. Oldukça karmaşık ve çoğu zaman anlamlandırılması kolay olmayan “zihinsel kalıplar”dır bunlar. Yetişkinlere, ebeveynlere düşen, ailemizle ilişkimizin bizdeki izlerine dönüp bakabiliyor olmak, tekrar etmesini istemediğimiz döngüleri fark edip, bu zinciri kırmaktır[2].
Klinik psikologlar, davranışları, ona neden olan duygu, düşünce, niyet ve arzular aracılığıyla anlamlandırma kapasitesine zihinselleştirme adını veriyorlar. Ebeveynlerin bu kapasitesinin varlığı ve niteliği, çocukların sorunlarla başa çıkma becerisini, ne sıklıkla okul sorunu yaşadığını ve insanlarla ne kadar sağlıklı ilişkiler kurabileceğini belirliyor[3].
Peki, zihinselleştirme kapasitesi nasıl gelişiyor ve ebeveynlere ne gibi işler düşüyor?
Çocuklar, dünyaya geldikleri ilk anlarından başlayarak, ebeveynlerinin yüzüne bakarak, onların tepkilerinde davranışlarının ne anlama geldiğini ve nasıl tepki vermeleri gerektiğini anlarlar. İlk zamanlarda çocuklar, kendi davranışlarının dış dünyada önce fiziksel, sonra zihinsel sonuçlarının olduğunu fark etmeye başlarlar. Örneğin, “Şöyle … yaptığımda, annem böyle… yapıyor” gibi nedensel bağlar kurarlar. Bebekler bu bağları kurarken, ebeveynlerin ses tonuna, yüz ifadesine ve hemen hemen her ince ayrıntıya çok hassaslardır. Tüm bilgileri toplayarak o nedensel bağlantılara ulaşırlar. Bazen bu kadar becerikli olduklarına inanmak güç olsa da, bebekler çok güçlü bir kapasiteyle dünyaya gelirler ve bunu geliştirebilecekleri ilk ortam ebeveynlerinin zihni olacaktır[4]. Bir bebeğin bu beceriyi geliştirebilmesi için ebeveynin sabırla yapması gereken temel şey: Aynalamadır. Çocuğun gelişimini destekleyen bir aynalama; bir çocuk bir davranışta bulunduğunda, sizin o davranışı çocuğunuzun duygusuna uygun bir şekilde (nitelik ve yoğunluk) ona yansıtmanızdır. Çocuğunuz, “Annemin, babamın verdiği tepki, benim yaptığım şeye karşılık” diyebilmelidir. Bunun için öyle bir tepki vermelisiniz ki, çocuğunuz o duygunun, davranışın kendisine ait olduğu hissini yaşayabilsin. Yani önemli olan, aynı ifadeyi bizzat vermek değil, onu sakinleştirecek düzeyde geri verebilmektir. Bu sayede, çocuğunuz farklı kişiler olduğunuzu ama aynı zamanda etkileşim içinde olduğunuzu hissedecektir. Ayrıca, sizin sakinleştirebilme becerinizi, artık sizin olmadığınız zamanlarda kendi başına yapabilir hale gelecektir. Bu yetinin, ruhsal sorunlarımız karşısında yapmakta en çok zorlandığı şey olduğunu düşünürsek, çocuklarınıza bu yetiyi kazandırdığınızda ileride karşılaşabileceği duygusal sorunlarla da bu şekilde başa çıkabileceğini öngörebiliriz.
“Ee tüm bunlar çok detaylı, çok zor şeyler” diye düşünebilirsiniz, ama merak etmeyin, bir çok ebeveyn bunları oldukça sağlıklı şekilde yapabiliyor. Zamanla bunlar bilgi olmaktan çıkıp sizin doğallığınız içinde yoğrularak çocuğunuzla iletişiminizi şekillendiriyor olacak. Unutmayalım ki, hiç kimse mükemmel ebeveyn olamaz, eğer olunsaydı, yaşadığımız dünya oldukça sıkıcı, birbirine benzeyen insanlarla dolu olurdu…
EN MÜKEMMEL EBEVEYN ÖDÜLÜ
CANSU OMRAK, Klinik Psikolog
Pek çok kişinin nasıl ebeveyn olunacağına dair önerileri ve tavsiyeleri vardır. Annenin ve babanın eksiksiz, mükemmel, en doğru olmasına dair beklentiler erkenden başlayabilir. Ebeveynler farkında bile olmadan kendilerini bu beklentilere kaptırabilirler. Çocuğun fiziksel, zihinsel, bedensel, sosyal, duygusal gelişimi için her şeyi yapmaya hazır olmak anlaşılır olmakla birlikte her şeyi mükemmel yapmak, çocuk için her şeyi kolaylaştırmak da anlamlı değildir. Bu tür tutumlar ebeveynleri gelişimi desteklemek amacından uzaklaştırabileceği gibi oldukça yorucu da olabilir. Belki de bir şeyleri ertelemek, “tam zamanında”, “tamamen” yapmamak, düşünülebilir bir seçenektir.
“Yeterince” iyi olmak
Çocuklar ve ebeveynler ile çalışan Donald W. Winnicott bunu “yeterince iyi anne” kavramı ile gündeme getirmiştir. Ebeveynliği sadece anneler üzerinden tanımlamak eksik olacağı için bu kavramı, yeni doğan döneminde ihtiyaçları en hızlı şekilde karşılayan ancak çocuğu büyüdükçe tüm isteklerini değil de ihtiyaçlarını karşılayan ebeveyn olarak tanımlayabiliriz. Yeterince iyi ebeveynlik, çocuğun ihtiyaçlarını görmezden gelmek demek değil yalnızca çocuğun da ihtiyaçları ve istekleri için denemelerde bulunmasına destek olmak olarak düşünülebilir. “Karnı doydu mu? Sanki kilo mu verdi? Üşür mü?” ve benzeri kaygıları taşımakla birlikte çocuğun karşılaştığı zorluklar ile baş edebilmesi bu zorlukların yarattığı duyguları da deneyimlemesine izin vermek bu süreçte zorluğu çözen değil rehberlik yapan olabilmek önemlidir. Her şeyi özellikle de ebeveynlik gibi çetrefilli, 7/24 mesaili bir “işi” kusursuz yapmayı beklemek zorlayıcıdır. Beklenti arttıkça neyin, ne kadar karşılandığına dair sorgulamaların ve yorgunlukların artması olasıdır. Unutmamak gerekir ki; anne/baba kimliğinin yanı sıra partner ve daha da öncesinde bir birey olarak var olan ebeveynin de ihtiyaçları ve istekleri için alan yaratılabilir. Bir ebeveynin çocuğuna iyi gelebilmesi için önce kendisinin iyi olması önemli bir unsurdur.
Çocuk büyütmek dünyanın en kaygı veren, zor, yorucu işi olduğu kadar keyifli, sıcak ve özel deneyimlerindendir. Çocuğunu tanımaya, izlemeye ve onu kendi gelişimi için desteklemeye çalışan, yürüdüğü yolda rehberlik yapan, kendini hırpalamadan “elinden geleni” yapan tüm ebeveynlere; endişe etmeyin “yeterince iyisiniz!” demek isterim.
EBEVEYNİN İŞLEVİ
SERKAN KAHYAOĞLU, Klinik Psikolog
İlişki kurabilmek ve sürdürebilmek insanların en temel ihtiyaçlarından biridir. Özellikle çocukluk döneminde, ilişki kurabilme becerisi doğumdan itibaren büyüdükçe geliştirilmesi gereken bir beceridir. Eric Berne “Uyaran (kabul iletisi) almak, besin almak kadar yaşamsaldır ve yoksunluğu insanların omuriliklerinde kurumaya, incinmeye ve ölüme yol açar.” der. Dolayısıyla geliştikçe, büyüdükçe ve hatta yaş aldıkça birçok farklı düzeyde ve kişiyle ilişki kurabilmek yaşamsaldır. Önemli soru kiminle, nasıl, ne zaman ilişki kurulacağıdır. Yani kişinin ruhunu nasıl besleyeceğidir.
İlişki kurmak, nasıl öğrenilir?
Kabul iletisi alıp vermek en erken yıllardan itibaren içine doğulan çevreyle kurulan ilişkide öğrenilmeye başlar. Her insan, anne karnından itibaren kendisine bakım verenlerle ilişki kurarak ihtiyaçlarını gidermeyi ve bu kişileri izleyerek hayatla nasıl başa çıkacağını öğrenmeye başlar. Her çocuk ona bakan, onun için önemli ve kaçınılmaz olarak ilişki kurmak zorunda kaldığı yetişkinlerden “anlamlı ötekiler” seçer. Anlamlı öteki, iyi ya da kötü; huzurlu ya da gergin bir şekilde bir açlığı doyurur. Zira ona bakarak kararlarımızı şekillendirir; ondan destek alır ya da ondan korkarız.
Duygusal-sosyal besin kaynağı: Yetkin ebeveyn
Ebeveyn olmak büyük sorumluluktur. Çünkü bir çocuğu besleyen, koruyan, en yakınındaki kişi olmak ölçülemez bir öneme sahiptir. Temel soru ebeveynin bu rolde nasıl hissettiği ve çocuğu fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel olarak nasıl besleyeceğidir.
Yetkin bir ebeveyn olmak mecburen birçok bilgi ve beceriyi edinmek anlamına gelir. Belki de bu nedenle “çocukla birlikte anne-baba da büyür” denir. Çocuk yetiştirmek; sorumluluk, kaygı, gurur, üzüntü, sevinç, öfke, yorgunluk ve yaşam enerjisi gibi birçok duyguyu yaşamak ve idare etmek anlamına gelir. Üstelik bu idareyi sakin, şiddet göstermeden yapmak gerekir. Tüm bu süreci yönetmek için bir İsveç kelimesi olan “lagom”un anlamındaki gibi “çoktan az, azdan çok, tam kararında” davranmak gerekir. Kısaca ebeveynlik bir denge işidir. Bu dengeyi kurmak için şu ilkeler önemlidir:
- Huzurlu ve eşitlikçi ebeveyn olmak:Çocuklar anne-babalarını huzurlu ve eşitlikçi görmek ister. Huzurlu olmak olduğun gibi olmaktan memnun olmaktır. Eşitlikçi olmak ise çocuğun gelişimi için en uygun desteği vermek anlamına gelir. Kısaca, çocuk böyle bir evde şiddetin olmayacağını, duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarına duyarlı olunacağını bilir. Böyle bir ebeveyn çocuğa güven verir. Anne ve babanın huzurlu güvenli olması için ise öncelikle evde, işyerinde, sosyal yaşamında kendilerine iyi bakmaları gerekir.
- Yeterince iyi ebeveynliğin işlevlerinin farkında olmak: Mükemmel veya hatasız anne-baba yoktur. Hatta, mükemmel anne-baba olmaya çalışmak çocuklara zarar bile verebilir. Yeterince iyi ebeveyn olmak için şu dört işlev anlamlı olabilir: (1) çocukları koruyup, cesaret vermek, (2) demokratik bir tutumla örnek olmak, (3) uygun dozda ve zamanda rehberlik yapmak ve (4) alt mesaj/niyet olmadan konuşmak ve dinlemek.
- Karşılıklı ve yakın ilişki kurmak:Çocuklar yaşamı ve dünyayı önce anne ve babasıyla ilişkisinde tanır. Bu ilişki diğer yaşam boyu kurulacak diğer tüm ilişkileri etkileyebilir. Bu nedenle sağlıklı, verimli bir anne-baba-çocuk ilişkisi için hem anne ve babanın hem de çocukların hak ve sorumlulukları dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte anne-babanın birbiriyle ve çevresiyle ilişkisinde duygularını, düşüncelerini ifade edebilmesi, anlayabilmeleri çocuğun kişilik gelişiminde son derece önemlidir. Hak ve sorumlulukların karşılanması kaçınılmaz olarak demokratik bir aile tutumunu gerektirir. Çocukların yaşlarına uygun sorumluluk ve haklardan yararlanması; birbirine değer ve önem veren bir tutumun olduğu ev ortamı çocukların barışçıl, eşitlikçi bir kişilik geliştirmesini yardımcı olur.
[1] Lewis, N. B. Ve Greenspan, S. I (2006). Bebeklerde ve çocuklarda ruhsal gelişim. İstanbul: Özgür Yayınları
[2] Fonagy, P., Gergely, G., Jurist, E., & Target, M. (2002). Affect regulation, mentalization, and the development of the self. New York, NY: Other Press.
[3] Sharp, C., & Fonagy, P. (2008). The parent’s capacity to treat the child as a psychological agent: Constructs, measures and implications for developmental psychopathology. Social development, 17(3), 737-754.
[4] Gopnik, A. (2010). How babies think. Scientific American, 303(1), 76-81.