SERKAN KAHYAOĞLU, Klinik Psikolog
Erkekler düşünce ve duygularını ifade ederken bazı alışkanlıklarını ele veriyor. Örneğin, geçenlerde haberleri izlerken yanlış saymadıysam arka arkaya dört erkek milletvekili bağıra bağıra aynı olayı anlatmaya çalıştılar. Olayı farklı kelimelerle, başka şekillerde ama mutlaka yumrukları sıkıp, güç gösterisi yaparak, bağırarak anlattılar. Farklı partilerden olduklarına göre tercihleri, görüşleri farklı olsa gerek bu adamların ama ortak yönleri düşüncelerini, duygularını bağırıp çağırarak anlatmalarıydı. Üstelik anlattıkları olay insanların ölümüydü ve dolayısıyla en başat duygu üzüntü olmalıydı. Elbette ölüp gidenlere, yakınlarına saygı göstermek, anlamaya çalışmak da gerekliydi.
Erkeklerin biraz duygu yoğunluğu yaşadıklarında bağırıp çağırmalarının nedeni ne olabilir acaba? Diyebilirsiniz ki “Orası meclis orası hep öyle”, ben de size diyebilirim ki “sokak, ev, aile, çok farklı mı?” Akla gelen ilk cevap erkek kelimesinin kökündeki “erk”ten gelen bir güç kullanımı, üstün muktedir olanın başka duygularını unutmasına yol açması olabilir. Ayrıca erkeklerin hadi daha net söyleyelim erkekliğin öfkeyi de şiddetle göstermesinin bir alışkanlığa, şiddet kültürüne döndüğünü görüyoruz. Kısaca “ben buradayım, üstün benim, kendimi göstermeyi böyle öğrendim” demeye çalışıyor erkeklik taslayanlar.
Ne oluyor, neden oluyor?
Peki ama bu erk sahibi olanlar, erkekler bir zamanlar bebekti. Rakel Dink’in yıllar önce “Bir bebekten katil yaratmayı nasıl becerdik?” diye sorması gibi bir zamanlar sevimli bebekler olan bu adamlar biraz heyecan (duygu) yaşadıklarında nasıl tek duyguları öfke, tek davranışları şiddet olan adamlar oldular? Çünkü böyle öğrendiler. Erkek olmanın kontrol etmek, güç göstermek olduğunu öğrenerek büyüyen oğlan çocukları öfkeden başka duyguyu çok az tanıyıp anlayabiliyorlar. Oysa her çocuk gibi şefkate, anlamaya, anlatmaya ne kadar da ihtiyaç duyuyorlar. Bu hepimizin ihtiyacı.
Sözlüklerde şefkat, “acıyarak ve/veya koruyarak sevme, sevecenlik” olarak tanımlanıyor. İnsan ilişkilerinde ve psikolojide şefkat, birine, bir şeye özen göstererek, ona bakım vermek, ihtiyacını anlayıp destek vermek olarak açıklanabilir. Erkekliğin, gücü, şiddeti kullananların, şefkat görmediklerini ya da şefkati unuttuklarını söylemek çok da yanlış olmaz. Asıl tehlike; bir alışkanlık olarak erkeklere (oğlan çocuklara) şefkatin yakıştırılmaması, hak görülmemesi, böyle bir kültürün her yerde yerleşmesidir. Örneğin, erkekler bir araya geldiklerinde biri “Karnım ağrıyor birkaç gündür” derse sıkça “Yaşlandın oğlum, artık bittin sen” gibi alay etmeler başlıyor. Oğluyla baş edemeyen bir baba bunu bir erkek arkadaşına, erkek grubuna anlatmakta endişe yaşıyor. Dahası erkekler kendilerine iyi davranmayı, şefkat göstermeyi unutuyor. Cinsel sorunlar yaşadıklarında ise iş daha da trajik-komik bir hale geliyor. Oysa cinsel işlev bozuklukları terapi ve tedavileri en başarılı sonuç alınan terapiler. Özetle, çoğu erkek ihtiyacı olduğu halde psikolojik ve fiziksel tedavi ihtiyacını erteliyor, görmezden geliyor. Çünkü şefkat çok önceden beri erkeklerin dünyasından uzaklaşıp unutulmuş durumda. Bunun sonucu olarak ise gergin, endişeli ve sert adamlar ortalıkta dolanıyor. Askerde, evde, sokakta, işte kendini kanıtlamaya çalışan erkekten geçilmiyor. İhtiyaç duymak, yardım, şefkat istemek hatta kendine şefkat göstermek, ayıp, utanılacak, zayıflık olarak görülüyor. Eh, kendine böyle davranan başkasına ne yapmaz? Böyle hissetmek için penis sahibi olmaya gerek yok “erk” sahibi olmayı, kazanmayı öncelikli hatta tek derdi yapan herkes şefkatten, anlamaktan uzak bir şekilde yaşayabiliyor. Her korkusunda, üzüntüsünde sözüm ona zayıflığında kendini kahrediyor. Yani insanca hissettiği her duyguda, iç dünyasında yaşadığı her durumda, her hatasında kendini zayıf hissediyor, kendine kızabiliyor. Bu nedenle belki de sıkça bağırıp çağıran insanların çoğunlukla da erkeklerin içten içe acı çektiklerini, korktuklarını, beceriksiz yetersiz hissettiklerini düşünebiliriz. Buna bağlı olarak da güç sahibi olmayı önemseyen, güçsüzlükten korkan erkekler, ihtiyaç sahibi birini gördüklerinde ne yapacaklarını bilemiyorlar. Zira kendisine şefkat göstermeyen, korkuyu, üzüntüyü hatta sevinci bilmeyen biri böyle hisseden birini gördüğünde ne yapacağını bilemez. İlişkileri kazanma-kaybetme, cinselliği performans gösterme (becerme-becerememe), skor yapma, iş yapmayı para ve unvan elde etme olarak görür.
Ne olmalı, nasıl olmalı?
Oysa başka türlüsü çok mümkün. Tabii ki öncelikle erkeklerin bağırıp-çağırmayı bırakmaları ilk adımdır. Elinde çekiç her nesneyi çivi gibi görmekten vazgeçmek fena olmaz. Ardından şefkat göstermesi yasaklanan erkeklerin önce kendi ihtiyaçlarına, duygularına kulak vermeleri gerekir. Her insan evladı gibi acıları, üzüntüleri, korkuları, istekleri olabileceğini fark etmek bir erkek için kendine şefkat göstermesinin ilk adımı olabilir. Bilindiği gibi, şefkat hem anlamayı hem de ihtiyaca uygun tutumu geliştirmeyi içerir.
İkinci adım olarak başkalarına şefkat göstermenin, diğerkam olmanın gücünü, keyfini yaşamak mümkün olabilir. Her insanın duygusunun, sözünün altında bir ihtiyaç yatar. Bu nedenle birisinin öfkesini, üzüntüsünü, korkusunu hatta sevincini fark eden birinin, onu dinlemesi, gözlemlemesi çok işe yarar. Yani bir erkeğin, bir babanın, bir politikacının karşısındaki kişi ağladığında, bağırdığında, güldüğünde onu biraz takip edip, neden, nasıl böyle hissettiğini anlamaya çalışması çok değerlidir. Hele bugünlerde daha da değerli zira çok az kişi böyle davranıyor. Üstelik bu sayede gerçeğe, yakınlığa ulaşmak mümkündür. Anladıktan sonra ise eğer bir yardıma ihtiyaç varsa, yardımı ihtiyacı olan ve yardımı yapacak olan istiyorsa ve yapabilecekse yardım etmek, destek olmak fena olmaz.
Bütün bunların nasıl yapılabileceğini anlamak için erkeklerin 0-6 yaş arasındaki neşeyle oynayan çocuklara ve yaşamın demini almış bilge yaşlılara bakmaları işe yarayabilir. Çünkü onlar bir kazanma-kaybetme derdi olmadan kendilerine ve çevrelerindeki insanlara şefkat göstermekte kendilerini özgür hissederler. Bu çocukların şefkat duygularını kaybetmeden, geliştirerek büyümeleri ise mecliste bağırıp çağıran milletvekilleri yerine; gülüp, ağlayan, korkan yani erkeklik rollerine sıkışmamış, insan olmayı becerebilen ve sorunları açıkça konuşup gerçekçi çözümler üreten milletvekilleri görmemizi sağlayabilir.