EGE ORTAÇGİL, Klinik Psikolog
Gündem hepimizi haklar, eşitlik üzerine düşünmeye davet ederken, önyargılarımızı, kalıplarımızı, dilimizi, otomatik davranışlarımızı sorguluyoruz. Fark etmeye, fark ettikçe değişmeye, dönüşmeye çalışıyoruz. Hatta buna mecbur hissedebiliyoruz. Peki, psikiyatrik tanıların insanlara ne kadar sık ve rahatlıkla yapıştırıldığını hiç fark ettiniz mi? “Tam bir ruh hastası”, “Psikopatın teki”, “Hiperaktif midir nedir?”, “Yöneticim tam bir obsesif” gibi söylemler, etkileri pek de düşünülmeden ağızdan çıkabiliyor. Kişiler bazı özellikleri nedeniyle etiketleniyor, damgalanıyor, değişmeye zorlanıyor, doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılığa maruz kalabiliyor.
Sohbet arasında birbirimize tanı koymak…
Uzmanlar arasında bile tanı koymanın kendisi tartışmalı ve zaman zaman gri bir alanken, günlük bir sohbetin içinde “O tam bir narsist, uzak dur ondan” cümlesini duymak mümkün. Bu kişinin narsist olarak tanımlanmasına neden olan göstergeler neler? Bu tanıyı kim koymuş? Ruh sağlığı alanında uzmanlığı var mıymış? Neden ve nasıl bu kadar kişisel, gizli bir bilgi ulu orta konuşulabilir olmuş? Bu tür soruların cevapları olmadan, bu bilgiyi gerçek kabul edip, davranışlarını bu bilgiye göre şekillendirenlerin sayısı hiç de az değil.
İnsanları tanı ile etiketlemek, “anormal”, “arızalı”, “suçlu” olduklarını düşünmelerine neden olabiliyor. Ayrımcılık literatüründen de çok iyi bilindiği gibi, farklılıklar, bizden olmayan “ötekiler” kötü ve tehlikeli algılanabiliyor. Örneğin, tez canlı, çekingen, bencil ya da ukala olmak bazen ne kadar olağan, “E bizimki de böyle, kabul ettik” diyerek geçilen bir durum. Oysa “ötekiler” için onca özellik arasından özenle çekilen ve tüm varoluşlarını tanımlayan sıfatlara dönüşebilirler. “O biraz titizdir” olur size “Aman o obsesif, onunla çalışmak kâbus gibi”. Bu utanılması, saklanması, ivedilikle değiştirilmesi gereken bir duruma dönüştürülür, kulaktan kulağa fısıldanır. Tarih boyunca tanılarla damgalanan insanlar, kurban edilme, cezalandırılma, suçlanma gibi davranışlara maruz kalmış, çeşitli şekillerde değersiz, yetersiz hissettirilmiş, yalnızlaştırılmışlardır. Birini tanı ile damgalamak, tanının kendinden daha tehlikeli olabilir.
Tanı koymak yetmez, elimiz değmişken düzeltmek…
Tanılar üzerinden etiketlemelere ek olarak, o kişiyi, duygularını, davranışlarını değiştirmeyi, “düzeltmeyi” görev edinmek de başka bir sorundur. “Takılma böyle şeylere”, “Çok düşünme”, “Böyle hissetme” gibi işe yarama ihtimali olmayan söylemler sık sık tekrarlanabilir. Öte yandan, gizliden araştırma işlerine girenler olabilir. Örneğin, “Bir narsiste nasıl davranmalı?”, “Asosyallerle iş yaşamı”, “Kaçıngan bağlananlarla uzun ilişkinin sırları” gibi hap bilgiler internette oldukça yaygındır. Maalesef bu tür önerilerin bazıları düpedüz duygusal şiddet içerir. Örneğin, insanların biraz kendilerini geri çekmeleri, kişiyi görmezden gelmeleri, gizemli davranarak telefonları açmamaları, mümkünse ilişkiyi sonlandırmaları gibi yoksun bırakmaya odaklı, cezalandırıcı tutum ve davranışlar teşvik edilebilir.
Bu hap bilgiler, kulağa hızlı ve çözüm odaklı gelse de önemli bir soruyu gündeme taşıyorlar. Bu bilgileri alıp ne yapacağız? Nasıl kullanacağız? Uyguladığımızda ilişkiye etkisinin ne olmasını bekliyoruz? İlişkinin “daha iyi” olması için neden illa karşımızdakinin değişmesi gerekir? Ona nasıl davranmam gerek bilgisi yerine ben nasıl bir ilişki istiyorum, neye ihtiyacım var, bu ilişkide ben ne yapıyorum soruları daha anlamlıdır. Gerçek şu ki; kimse kendi iradesi dışında, sırf bir başkasına hoşluk olsun diye, baskıcı müdahaleler eşliğinde değişip, dönüşmez. Değişime yakından şahitlik eden terapistler dahi kişinin nasıl biri olması, nerede yaşaması, hangi işte çalışması, kiminle birlikte olması gibi kararları danışanları adına almaz, onları yönlendirmezler. “Bu durumda şöyle değil de böyle hissetmeniz gerekir” gibi söylemlerde bulunmazlar. Aksi, her terapistin kendi “ideal insancıklarını” yaratması anlamına gelir ve en hafifinden insan hakları ihlali olurdu.
Bir tanı, bir uzman tarafından konmuş olsa dahi kişiyi tanımlamaz.
Tanılar, ruh sağlığı alanında uzman kişilerin, belirtileri değerlendirerek, bir öngörü ve plan oluşturmak için kullandıkları tanımlamalardır. Hatta, bir parça abartarak, aramızda daha hızlı ve kolay anlaşmak için yarattığımız kategoriler olduğunu söyleyebiliriz.
Her kategorizasyon doğası gereği geneldir; tıpatıp olmayan pek çok şey iç içe geçer. Başladığı, bittiği noktalar yani sınırları varsayımsaldır, gri alanları boldur. Örneğin, kahverengi göz denildiğinde, nasıl da aynı tonda olmayan gözler, göz biçimleri, kirpik türleri aynı başlığın altına giriverir. Hatta hangi göz kahverengidir de hangisi eladır, bazen kavga konusudur. Sonuçta kategoriler, tüm genellemeler gibi eksiktir. Tanılar karşısında kişinin hikayesi, belirtilerin oluşumu, süreci, etkileri, kişinin bu bağlamda yarattığı anlamlar benzersizdir. Bir tanı kimsenin varoluşunu tanımlayamaz. Nasıl birine “Gastritli” ya da “Kalp krizli” diye hitap etmek tuhaf duyuluyorsa, “Kalp krizi geçirdi ama hayatı bir tek bundan ibaret değil ki” gibi bir cümle aklınızdan geçiyorsa, benzer durum psikiyatrik tanılar için de geçerlidir.
Yaygın toplumsal görüşün aksine, kimse keyiften, bile isteye, güle oynaya psikiyatrik belirtiler geliştirmez. Her birinin altında duyulmayı, anlaşılmayı, dile dökülmeyi bekleyen ihmaller, istismar, acı, ızdırabın olduğunu unutmamak gerekir. Hele ki, birinin varlığını doğru yanlış tanılar üzerinden tanımlamak, değişmeye zorlamak, ilişki kurmasını, gelişmesini, öğrenmesini, çalışmasını engellemek hepimizin üzerinde durup düşünmesi gereken ciddi bir ayrımcılık sorunudur. Vakit, önyargılarımızı fark etme, kullandığımız dili gözden geçirme, ayrımcı tutum ve davranışlarımızı değiştirme, çevremizdeki kişilere de bu yaklaşımı paylaşma vaktidir.