EGE ORTAÇGİL, Klinik Psikolog
Türk Dil Kurumu’na göre kadın; “erişkin dişi insan”, “analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri, becerileri olan”, “hizmetçi bayan” anlamına geliyor. Bilim insanları, kadın ve erkek beyninin farklarından bahsederken, erkeğin zekasını, fark etme, öğrenme, empati, yardım isteme gibi becerilerini yerden yere vuruyor; saldırgan ve kavgacı olmayı doğallaştırıyor. Kadınların önsezi, hafıza, sözel, sosyal, duygusal beceriler bakımından daha gelişkin olduğunu, dolayısıyla bakıma daha yatkın olduğunu ima ediyor. TDK yazarları ve bilim insanları gibi, hiçbirimiz, doğum öncesinden başlayarak kurgulanan cinsiyetten, atıflardan, genellemelerden, yarattığı akıl kirliliğinden muaf değiliz. Çevre durmaksızın bu yargıları üstümüze atarken, bize hayatın her anında önyargılarımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı sorgulamak, değerlendirmek düşüyor.
Peki, kimdir kadın? Her akla düşen soruda olduğu gibi, Google “amcaya” sorduğunuzda, her şeyi bilen er kişi, kadın olmaya dair milyonlarca genellemeyi, en doğru ve hızlı şekilde karşınıza çıkartıyor:
Kadın… “Bayan mı demek istediniz?”
Toplumda özgürce kadın diyebilmenin bazı şartları olduğunu görüyoruz. Kavgada bile söylenmez denir ya, ancak kavgada “Kadın! Kadın! Ne biçim konuşuyorsun sen?” denilebiliyor. Kötü kadın, hayat kadını, deli kadının yanı sıra lokum, fıstık, armut, su, şarap gibi yenilip içilebilenleri, yılan, cadı, şeytan gibi türleri de olabiliyor. “İyi” olanlarından bahsedilirken, “benim” ya da “bizim” olduğu vurgulanıyor: “Kadınım, kadınlarımız”. Birey olarak görülmeyen, birine ait oldukları vurgulanan, sahipsiz bırakılmayan, bir de “çocuklarımız, gençlerimiz” var, “erkeklerimiz” söylemi pek kullanılmıyor.
Bazı erkekler nazik olma gayretiyle “bayan” derken, bazı kadınlar da özellikle kendilerine bu şekilde hitap edilmesini talep ediyor. Kendisinden, akranlarından “kız” diye bahsedenlerin sayısı da oldukça fazla. Çünkü kadın olmak, 18 yaşını geçmiş olmayı, yetişkin olmayı değil, bekaretini “kaybetmiş” olmayı çağrıştırıyor. Oysa bir cinsiyet olarak erkek, daha doğmamış bebeğe bile kolaylıkla söyleniyor. “Oğlan” kelimesi de heteroseksüel dünyanın yasaklı kelimeleri arasında yer alıyor.
Çözüm olarak, “bay, bayan, hanımefendi, beyefendi” gibi sözcükleri ezbere yasaklı ilan etmek gerekmiyor. Örneğin, sokakta parasını düşüren birine “Erkek erkek, pardon bakar mısınız?” diye seslenmek nasıl tuhafsa, “kadın” demek de bir o kadar tuhaf. Özetle, “erkek” kelimesi kullanılabilen durumlarda, “kadın” da diyebilmek, kadının cinsiyetini ifade etmekten özellikle kaçınmamak önemli oluyor.
Kadının Bedeni… Beden ölçüleri mi demek istediniz?
Bekaretin korunması, kaybedilmemesi, kaybedildiğinde acilen çözüm bulunması gerektiği ile ilgili inanış, çocukluktan itibaren kadınların da erkeklerin de zihinlerine işleniyor. Kadının bedeni, belirli ölçüleri, standartları olması gereken, ele geçirilen, sahip olunan, sahibi belli olduğunda değeri artan bir mülk gibi algılanıyor. Zayıf olmak, şişman olmak, regl olmak, doğurmak, doğurmamak, “normal” mi, sezaryen mi, kürtaj mı, günah mı, her kafadan bir ses çıkıyor. Öte yandan, kadının ihtiyacını, isteğini, tercihini, kararını sormak akla pek gelmiyor.
Bedenini sahibinin ellerine bırakan kadın, fedakâr, zarif, zayıf, uysal, namuslu, ahlaklı gibi sıfatlarla anılırken; şehveti, arzusu olan “kötü”ler sinsi sinsi akılları karıştırmaya devam ediyor. “Evlenilecek” ve “eğlenilecek” kadının tek bir bedene sığması zor görünüyor. Bu o kadar köklü bir inanış ki; bazı insanlar, “iyi bir kadın” olduğu için, annelerinin hiç sevişmediğini düşünülebiliyor. Kutsal anneliğin, hamilelikte ve doğum sonrasında kadını “sevişilemez” statüsüne “yükselttiği” genellikle dile getiriliyor. Keyif için sevişemeyen, üremek için birleşen, seviştiği pek belli olan hamile kadınları sokakta görmekten rahatsızlık duyan zihinler oluşabiliyor. Cinsellikte de kadının talepkar, istekli, özgür olması olumsuz görülüyor. Türkiye’de kadınların %54’ü ilk cinsel birleşme denemesinde korku ve acı hissettiği için birleşmeyi sonlandırıyor. Dünyada görülme sıklığı yaklaşık %1 olan vajinismus, Türkiye’de 17 kat daha fazla görülüyor[1].
Cinsiyetçi… Cinsiyetçi erkekler mi demek istediniz?
Biliyoruz ki, kadınlık da erkeklik de toplumsal bir kurgu, bir inşa. Hepimiz, doğum öncesinden başlayarak bu kurgunun inşasına maruz kalıyor, etkileniyoruz. Kadınlar, toplumun atfettiği özellikler, roller nedeniyle eğitim, ekonomik kaynaklara ulaşım, politik katılım gibi alanlardaki hak ve fırsatlara erkeklere göre daha zor ulaşabiliyor. Toplum, erkeğin tersine kadını ikincil, değersiz ve zayıf konumlandırıyor. Öte yandan, bu durum, kadını daha eşitlikçi, dayanışmacı, erkeği daha ayrımcı kılmıyor. Kadın da erkek de bu sistemin içinde, bilerek, bilmeyerek bu inşanın sürdürülmesine destek verebiliyor. Var olan sistemi koruyan hatta kolaylaştıran davranışlarda bulunabiliyor.
Cinsiyetçilik daha düşmanca, baskıcı şekilde yapıldığında daha görünür oluyor. Örneğin, “Kadın namustur”, şunu giyer, buraya gider, şöyle konuşur gibi kısıtlamalar, “bunları yapmazsa başına gelebileceklerden kendi sorumludur” gibi tehditlere dönüşebiliyor. Kadın ve erkek karşılaştırılıyor ya da aynılaştırılmaya çalışılıyor. “Olimpiyatlarda kadınlar ve erkekler ayrı aynı yarışıyor, demek ki aynı kulvarlarda değiller”, “Erkekler bir doğursun da görelim” gibi cümleler söylenebiliyor. Öte yandan, cinsiyetçilik, kadınları aşırı yüceltme, sevme, saygı duyma şeklinde de yapılabiliyor. Olumlu bir şey söyleniyormuş gibi hissettiren bu aşırı korumacılığın hemen fark edilmesi zor olabiliyor. Kadının yüceltilmesi, korunması, birinin tamamlayıcısı, anne, eş, sevgili olmak ya da toplumsal rolüne bağlı kalmak şartıyla olabiliyor. Örneğin, “Kadın hayat verendir”, “Kadın sevgidir, sabırdır, şefkattir”, Ne kadar başarılı olursa olsun, bir erkek kadınsız eksiktir”, “Erkek güçlüdür ama kadın her şeyi yüreğinin gücüyle kazanır” gibi tamamen yanlış denilemeyecek, örnekleri bulunabilen kalıpların sürdürülmesine neden oluyor.
Toplum tarafından tarif edilen kadınlık ve erkekliğin tersi de mümkün ve var. Kadın da erkek de tek tip değil. Kadınlar diyerek genelleme yapılan grup da birbirlerinden oldukça farklı özellikleri bir arada barındırıyor, tıpkı erkekler gibi. Dolayısıyla her zaman bir çeşitlilikten bahsetmek mümkün: farklıyız, farklıyız ve eşitiz.