BÜŞRA KESKİN, Psikolojik Danışman
Psikoloji biliminin teorisyenlerinden Alfred Adler, her insanın yaşama eksiklik duygusu ile başladığını, bu duygunun evrensel olduğunu ve ölünceye kadar var olduğunu savunur. Bu acizliğin temelinde insan yavrusunun bakıma muhtaçlığı ve insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğü vardır. Ve yine Adler’e göre bu eksiklik duygusu üstün ve kusursuz olma dürtüsünün kökenidir. Bir başka deyişle kişi eksiklik olarak gördükleri üzerinden ideali, idealin düşlemini var eder. Eksiklik duygusu evrenseldir ancak önemli olan kişinin bu duygu ve durum karşısındaki tavrıdır[1].
Adler bunlardan bahsetmişken, içinde bulunduğumuz yüzyılda; amacımız, nasıl biri olmamız gerektiği ve eksikliklerimiz ile ilgili herkes çok daha fazla şey söyler oldu. Bu durumda da kararların, isteklerin ve ideallerin ne kadarı bireyin kendine ait, ne kadarı toplumun beklentileri ile ilgili ayrıştırmak zorlaşabiliyor. Örneğin çocuk, çocukluk dönemiyle ilgili algılar, değer yargılarını ele alalım. Bir yüzyıl öncesinde iş gücü kaynağı olarak görülen çocuğa şimdilerde çokça duygusal anlam yükleniyor. Artık cinsiyet partileri ile dayatılan ikili cinsiyet rejimi, anlamını taşıması istenen en uygun isim gibi meselelerle beklentiler daha doğmadan başlıyor ve artarak devam ediyor. “İştahlı çocuk en iyisi, evde uslu olsun ama dışarıda da hakkını savunsun, gelişimi yaşıtlarının ilerisinde olsa harika olur, akademik başarı en önemlisi ama mutlaka birçok sporla ilgilensin, müzik aleti çalsın, en geçerli üniversitenin en geçerli bölümüne gitsin. ” Yetişkinlikte de benzer şekilde istekler bitmek bilmiyor, üstelik artık daha fazla sanki kendi isteğimizmiş gibi gelmeye başlıyor. “ Ev çok güzel dekore edilmeli, vücudum en iyi haline gelmeli, pilates yapmalıyım, güzel yemekler yemeliyim ama sağlıklı da olmalıyım, evlenmeliyim, çok para kazanmalıyım, çok başarılı olmalıyım…” Artık hayatımızda saymakla bitmeyecek -meli, -malılar var. Hatta o kadar ki mutluluk bile zorunlu. Herkes anda kalıyor değil mi? Geçmişe takılıp kalanlara yer yok burada(!)
Bir de üstelik idealler hızlıca değişiyor. Her sabah uyandığımızda ideal olana güncelleme gelirken tüm bu eksiklikleri tamamlamak mümkün mü? Gerekli mi? “Bu eksiklikler, idealler gerçekten bana mı ait?” gibi soruları düşünmek gerekiyor. Sorular zor evet, üstelik bir ses sürekli geridesin, kusurlusun, yetişmelisin demeye devam ediyor. Ancak bu soruları sormak kritik çünkü insan ideal olanı ararken, düşlerken kaybolabiliyor, hayatının başrolünü oynamayı kaçırabiliyor. Kendinizi hiç istemediğiniz bir hayatın peşinden koşarken ya da o hayatın tam ortasında bulabiliyorsunuz. Keşke dediğiniz seçenekleri düşlüyorsunuz. “Ben aslında bunu istiyordum, böyle biriydim, bunu hiçbir zaman hayal etmemiştim, yabancıyım ben tüm bu yaşadıklarıma” gibi ağırlıklarla kendi hayatınızı dışarıdan seyredebiliyorsunuz. Ve tüm bunlar hayal kırıklığı, umutsuzluk, pişmanlık gibi baş edilmesi zor duyguları beraberinde getiriyor.
Peki insan kendine ait olan eksiklikleri ve idealleri nasıl bulur?
Adler’in de söylediği gibi eksiklik duygusu olağan ve sağlıklı şekilde ele alındığında kişiyi motive eden bir duygu. Ancak bazen kişi kendini suçladığı, takılı kaldığı o eksiklik sarmalından çıkamayabiliyor. Oysa bazen eksiklik sandığımız şey bizim hedefimiz için gerekli bile olmayabiliyor. Aşağıda bahsettiğimiz adımları sırasıyla düşünmek kararsızlık, eksiklik döngüsünden çıkmak için kolaylaştırıcı olabilir.
- Ne istediğini bulmaya, keşfetmeye çalışmak: Kişi birçok şeyi yapabiliyor olabilir, ancak iyi ki diyebilmek için en kritik keşif ne yapmak istediğini bulmaktır. Bunun için de kendini tanımaya vakit ayırmak, nelerden keyif aldığın üzerine düşünmek iyi bir başlangıç olacaktır. Örneğin “Matematikte çok iyiyim ama fen yapamıyorum aslında zaten sanatla ilgili bir şeyler, film sektörü benim ilgilerime, becerilerime daha uygun. Bu durumda sinema, filmle ilgili becerilere odaklanmam anlamlı olur.”
- İstediğin şeye uygunluğuna, yapabileceklerine bakmak: İsteklerimiz bize çok uygun olabileceği gibi becerilerimizin, yetkinliğimizin dışında olabilir ve bize hiç uygun olmayabilir. Böyle durumlarda hedeflerin revize edilebileceğini, yeni hayaller kurulabileceğini kendimize hatırlatmak iyi olacaktır. Aynı örnekten devam edersek; “Sinema okumak istiyorum ama özellikle yazma, senaristlik kısmında başarılı olabileceğimi düşünüyorum. Çocukluğumdan beri kısa hikayeler, oyunlar yazdım. Hatta lisede yazdığım oyunu hocamız çok beğenmişti ve yıl sonunda oyunu sahnelemiştik.” diyerek bir planlama yapılabilir.
- İsteğin gerçekliğe uygunsa yine gerçekçi ve küçük adımlarla peşinden gitmek: Hedefine, hayallerine ulaşmak için nasıl bir yol izleyeceğini araştırıp gerçekçi küçük hedefler belirleyip sırasıyla adım adım ilerlemek hedefe ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Bu yöntem hedefinle ilgili eksiklikleri fark etmek ve gidermek için de işlevsel olacaktır. “Sinema okumak için biraz daha sözel derslerime ağırlık vereyim, matematik alanındaki becerilerim de benim için artı olacaktır. Belki sözel derslerden özel ders alabilirim.” şeklinde planı ayrıntılandırmak mümkün olabilir.
Tüm bu aşamalar birbirinden tamamen ayrılmış değil, her aşamada bir öncekine dönmek, düşünmek mümkün. Özellikle kendini keşfetme süreci hiç bitmiyor. O yüzden yolun değiştirilebileceğini, vazgeçip başka yollara sapılabileceğini ya da aynı yolda farklı şeyler yapılabileceğini de unutmamak gerekir. İstekler, hedefler gün geçtikçe artıyor, büyüyor gibi gözükse de en temele döndüğümüzde kendine yetebilmeyi bir başka deyişle hayatta kalmayı sağlayan beceriler var olsun, onlar oldukça hayatta esneyebilmek, yeni kararlar alabilmek ve kararların arkasında durabilmek mümkün. Tek doğru bir hayat olmadığını biliyoruz, her insan biricik ve idealleri de öyle. Kendimizi tanıdıkça, duymaya başladıkça ve kendi ihtiyaçlarımıza cevap verdikçe hayat bizim hayatımız olabilir ve daha keyifli hale gelebilir.
[1] Gençtan, E. (2002). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Metis