PINAR DEMİRCİ, Uzman Psikolog
“Koşulsuz sevgi” son zamanlarda oldukça sık duyduğumuz bir kavram oldu. Kişinin kendini, çocuklarını, partnerini, dostlarını, hayvanları, doğayı koşulsuz sevebilmesi üzerine öneriler veriliyor. Bir yandan böyle bir sevginin ne demek olduğu anlaşılmaya çalışılıyor ama öte yandan mümkün mü, değil mi; yapabildik mi yapamadık mı tartışmaları da sürüp gidiyor. Bu yazıda koşulsuz sevgiden ne anlayabileceğimiz ve onu hangi ilişkilerde ne ölçüde arayabileceğimiz konusunu ele alacağız.
“Koşulsuz sevgi” kavramını, her insanı biricik ve doğuştan iyi olarak kabul eden Hümanistik psikoloji anlayışının içinde sıkça duyarız. Carl Rogers karşımızdakini sahip olduğu her şeyle, tüm yaptıkları ile sevmek ve ona saygı duymak anlamında “koşulsuz kabul” kavramını kullanmıştır. Bu yaklaşıma göre, kişi hata yapsa da istediğimiz gibi davranmasa da onu kabul etmeye ve sevmeye devam etmek gerekir. Viktor Frankl kişinin içindeki baş etme ve gelişme potansiyelini ortaya çıkarabilmesi için koşulsuz kabule ihtiyacı olduğunu vurgulayarak koşulsuz sevginin öneminden söz etmiştir. Tabii ki bu yaklaşımlar tek cümle ile özetlenebilecek kadar yüzeysel değildir, her birini daha derin anlamak gerekir. Günümüzde bu kavramın nasıl kullanıldığını düşünecek olursak; karşımızdakini hatalarıyla, eksikleriyle, bize hissettirdikleriyle, kısacası “olduğu gibi” kabul etmek ve karşılık beklemeden sevmek olarak tanımlandığını söyleyebiliriz. Böyle bir sevilme halinin bize ne kadar iyi geleceğini hayal etmek hiç de zor değil. Peki, böyle sevmek mümkün müdür ve gerçekten sağlıklı mıdır? Bu iki soruya cevap vermek için “hangi bağlamda” sorusunu sormak anlamlı olacaktır.
Mesela ebeveyn çocuk ilişkisini düşünerek başlayalım. Çocuk doğuştan bir mizaç ile dünyaya gelir, kimi hareketli kimi sakin, kimi sosyal kimi utangaç, kimi kaygılı kimi rahat… Ebeveyn için bu mizaç özellikleri hiç hayal ettiği gibi olmayabilir. Ancak çocuğu kendi rızasıyla dünyaya getirdiğine ve ondan vazgeçme seçeneği olmadığına göre çocuğu anlamak ve ona uyumlanmak ebeveynin yapabileceği en iyi şeydir. Çocuk büyürken, öğrenmenin doğası gereği, pek çok hata yapar ve aldığı kabullerle, geribildirimlerle pek çok şey öğrenir. “Sana kızsam da çok yorulsam da zorlansam da seni senden karşılık beklemeden çok seviyorum” mesajını alan çocuk, koşulsuz sevgiyi hissedebilir. Öte yandan verilen her emeğin, harcanan her paranın, zamanın karşılığı beklenen, sadece ebeveyninin istediği gibi davrandığında takdir edilen çocuk koşullu sevildiğini hisseder. Çocukların ebeveynlerinden duyduğu olumlu ve olumsuz geribildirimler ona sevildiği/sevilmediği, değerli olduğu/olmadığı konusunda pek çok fikir verir. İşte bu gelişim sürecinde sahip olduklarıyla ve olmadıklarıyla, yapabildikleri ve yapamadıklarıyla sevildiğini bilmesi yani koşulsuz kabul edilmesi, kendine güvenebilmesi ve kendine değer vermesi için son derece önemli ve gereklidir.
Peki ya yetişkinler arası ilişkilerde koşulsuz sevgi gerekli midir ve mümkün müdür? Tabii ki yetişkinin de büyüyen, gelişen, öğrenen bir varlık olduğu düşünüldüğünde, onun da buna ihtiyacının olduğu tartışılmaz. İlişkide olduğumuz kişiyi her şeyiyle, bizi kızdırsa da, üzse de, istediğimiz gibi davranmasa da, bizi hayal ettiğimiz kadar mutlu etmese de sevmeye devam edebilmek de anlaşılır. Ancak bu karşımızdakinden hiçbir şey beklemeyeceğimiz, ihtiyaçlarımızı dile getirmeyeceğimiz, bize zarar verecek şekilde davransa da ilişkide kalmaya devam edeceğimiz anlamına gelmez. Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeden, bize nasıl davranırsa davransın ilişkide kalmaya devam etmek, onu koşulsuz kabul ederken kendimizi yok saymak olmaz mı? Halbuki eşitler arasındaki karşılıklı ilişkiler kendimize ve birbirimize yaptığımız bir yatırım sürecidir, alma verme dengesinin olması önemlidir. Buradaki “eşit”, her iki kişinin de karşılıklı vermeye niyet ettiği ilişkilerdir. (Oysa ebeveyn çocuk ilişkisinde bir süre çocuğun daha çok alacağı zaten baştan bellidir.) Bu ilişkilerde karşılıklılığı hissetme ihtiyacımız ve bunu hissettirme sorumluluğumuz vardır. Kişilerin eşit hakları olduğunu kabul ettiğimizde sorumluluklarının da eşit olması kaçınılmazdır. İşte bu yüzden, yaşam alanında eşit iş bölümü istemek, daha çok paylaşabilmeyi, sevildiğini ve değerli olduğunu hissetmeyi talep etmek gayet doğaldır. Bunlar her ilişkinin kendine özgü kuralları, sınırlarıdır ve her iki taraf için de koruyucudur. Ancak bu talepler kimi zaman koşullu sevmek fikrini akla getirebilir.
Peki koşullu sevgi nedir? Birini sadece bizim istediklerimizi yaptığında, tam da bizim istediğimiz gibi biri olduğunda seveceğimizi söylemektir. Benim istediğim gibi giyinirsen, doğum günümde benim istediğim gibi bir kutlama yaparsan, benim beğendiğim hobilere sahip olursan, benim başarı olarak gördüğüm alanlarda başarılı olursan… Sanki burada karşıdakini değerli kılabilecek tek şey kendi aklımız, beğenilerimiz, ihtiyaçlarımız olmuş oluyor. Onu istediğimiz gibi bir kalıba sokmaya çalışıyoruz ve öyle olmazsa onu asla sevmeyeceğimizi söylüyoruz. Oysa birini koşulsuz kabul ederken onun bize hissettirdiklerini anlatabiliriz, daha iyi hissetmemiz için neler yapabileceğini sorabiliriz. Galiba burada sadece kendimizi anlatmak değil de onu da tanımaya meraklı, anlamaya niyetli olmamız önemli. Tabii karşımızdakinin de “Ben böyleyim, beni böyle kabul et” demek yerine kendi hislerini ve bu ilişki için yapabileceklerini anlattığı bir konuşmadan söz ediyorum. Böylece hepimizin güçlü yanlarımızın ve zaaflarımızın olabileceği gerçeği hep aklımızda olmalı ki birbirimize değişmeyi emreden değil birlikte neler yapabileceğimizi konuşabilen bir yerde kalabilelim.
Öyleyse, birine “Seni sen olduğun için seviyorum” demek elbette kulağa çok hoş geliyor ama zaten bizi biz yapan duygularımız, düşüncelerimiz ve eylemlerimiz değil midir? İşte ilişki de tüm bunların konuşulduğu, yaşandığı alandır. Aslında pek çoğumuz yetişkin ilişkilerinde çocukluk yaralarımızı iyileştirmeye çalışıyoruz, belki alamadığımız koşulsuz sevgi ve kabulü partnerlerimizden almak istiyoruz ama bunu beklerken karşımızdakinin de yaralarının olabileceğini unutuyoruz. Carl Rogers koşulsuz kabul kavramını özellikle terapi bağlamında, terapistin danışanını tüm zayıflıkları, yaraları, karanlık yanlarıyla olduğu gibi kabul etmesinin, onu kendi öznel değerleri ve yargılarından uzak sadece anlamak için dinlemesinin öne mini vurgulamak istemiştir. Dolayısıyla koşulsuz kabul ebeveyn-çocuk ilişkisinde ve terapist-danışan ilişkisinde elbette mümkündür ve gereklidir diyebiliriz ancak yetişkin ilişkilerinde nasıl olacağı hala sorgulanmaya açık gibi görünüyor. Belki de başkalarından önce kendimizi koşulsuz kabul edebilmeyi öğrenmemiz gerekiyordur, ne dersiniz?