EGE ORTAÇGİL, Klinik Psikolog
Hayatımız boyunca ne kadar, ne sıklıkta, ne yediğimiz ya da ne yemediğimiz ile ilgili pek çok şey duyarız. Varoluşumuzun ilk anlarına uzanan “Hiç emmedi, ne uğraştık, neler yaptık, bir bilsen” diye başlayan anlatımlar, başka konular üzerine konuşurken o iki cümlenin arasına sızıveren “Bu ara kilo mu aldın sen?” ya da “Sen de biraz çelimsizsin, erkek dediğin göbekli olur” diye devam eden genellemeler, eleştiriler…
Son dönemlerde ise insanların daha çok gıdaların niteliği üzerine düşündüklerine şahit oluyoruz. Bir başka deyişle, yeni akım, beslenmenin miktarı, niceliği yerine kalitesi ile ilgili olmaya başladı. “Doğal, organik besleniyorum, paketli şeyleri yemiyorum, içinde şu varsa asla almıyorum, sağlıklı gıdalar tüketiyorum” gibi cümleler daha sık duyuluyor. Sağlıklı beslenme üzerine içerikler yoğun bir ilgi ve merakla takip ediliyor, insanlar alışkanlıklarını bu yönde değiştirmeye çalışıyorlar.
Yaşam kalitesini artırmak için saf, doğru, doğal beslenmek kulağa oldukça sağlıklı gelse de, bu davranışlar takıntıya dönüşebiliyor ve sağlıksız bir hal alabiliyor. Ortoreksiya nervoza, bulimiya, anoreksiya gibi daha önce duymuş olabileceğiniz yeme bozukluklarının bir türü olarak düşünülebilir. Henüz, ruh sağlığı alanında çalışanların başucu kitapları olan DSM ya da ICD’de bir tanı olarak yer almamakla beraber, 1990’lı yılların sonlarında ilk kez tanımlanan Ortoreksiya, doğru (orthos) iştah (orexis) anlamına geliyor[1]. Kilo, az ya da çok yeme meselelerinden farklı olarak, ortoreksiyada sağlıklı ve iyi olma endişesi öne çıkıyor, sağlıksız yiyeceklerin insanı hasta edeceği görüşü yaygın olarak görülüyor[2]. Organik yöntemlerle üretilmiş, katkı maddeleri içermeyen, sağlıklı ve doğru besinleri bulmak, seçmek, tüketmek için yoğun çaba ve zaman harcanabiliyor. Yemeklerin hazırlanışı, içeriği, besin değerleri gibi konulara aşırı odaklanılabiliyor. Örneğin, “Bu yiyecek hormonlu mudur, kimyasal tatlandırıcı kullanmışlar mıdır, gıda boyası var mıdır, kanserojen madde içerir mi?” gibi sorular zihinde çok yer kaplayabiliyor ve sağlığın kaybı, hastalanma ihtimali ile birlikte bazı yiyeceklere karşı yoğun kaygı, korku oluşabiliyor. Bu yoğun duygularla baş etmek için kişiler farklı çözümler üretebiliyor. Örneğin, sürekli menü planlamak, yiyecekleri tartarak tüketmek, bileşenlerini araştırmak, besin değerlerini ezberlemek, birlikte tüketilebilecek ve tüketilemeyecek gıdaları listelemek, kaç saat sonra neyin nasıl yenebileceği ile ilgili kurallar oluşturmak, sindirim sürelerini hesaplamak gibi davranışlar görülebiliyor. Tüm bunların sonucunda, oldukça ayrıntılı, kısıtlayıcı ve aslında sağlıksız beslenme şekilleri ortaya çıkabiliyor.
Ortoreksiya nervoza bir tanı olarak kabul edilmediği için ne kadar insanın etkilendiği tam olarak bilinmiyor. Ancak ortoreksiya ile yaşayan kişilerin günlük yaşamlarının oldukça zor olduğunu tahmin etmek mümkün. Sağlıksız, neredeyse tek tip beslenmenin fiziksel bazı etkileri oluyor. Mide, kalp rahatsızlıklarından nörolojik sorunlara, hormonlara kadar bedenin işleyişi bozulabiliyor. Dışarda, insanlarla birlikte yemek yiyememek, sosyal hayata, okula, iş hayatına uyumlanamamak, sürekli kaygılı hissetmek gibi kısıtlayıcı sosyal, duygusal etkiler görülebiliyor. Besinleri siyah-beyaz gibi gruplandırarak yaşamak, sürekli plan yapmak, ne yiyeceğini kontrol etmeye çalışmak, hasta olacağına dair güçlü bir inanca sahip olmak, takıntılı düşünmek gibi oldukça yorucu süreçler yaşanabiliyor.
Neler yapılabilir?
- Çocukluktan itibaren sağlıklı yeme alışkanlıkları ve tutumları geliştirebilmek: Toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle özellikle anneler, çocukların beslenme alışkanlıkları ile yakından ilgilenebiliyorlar. Bazen bu iyi niyetli ilginin aşırıya kaçtığını ve adeta bir helikopter gibi çocuğun sürekli üstünde dönen, rahat bırakmayan bir hal aldığı söylenebilir. Çocuklar aç ya da tok olduklarını fark edebilirler. Çocukların bakımından sorumlu yetişkinlerin, onların açlık-tokluk sensörü gibi davranmamaya özen göstermeleri, yemeği çocuk için bir ödül ya da ceza gibi kullanmamaları, çocuğun bir birey olarak bedeni ile ilgili kararlarına saygı duymaları, kuralları, sınırları birlikte ve konuşarak belirlemeleri, çocuğun duygularını tanımasına, ifade etmesine destek olmaları önemlidir. Destekleyici ve rehberlik eden bir tutumla çocuklara dengeli ve sağlıklı beslenme öğretilebilir ve onlara örnek olunabilir.
- Yemeye verdiğiniz anlam üzerine düşünmek: Yemek, bedenimizin ihtiyacı olan enerjiyi sağlayan bir yakıt olarak düşünülebilir. Ama yemeğe, yememeğe, yemeğin içerine ve bedene olan etkilerine yüklenen anlam oldukça değişkendir. Güzel görünmek, beğenilmek, onaylanmak, bedeni kontrol ederek yaşamın kontrol edilebileceği yanılsamasına kapılmak, belirsiz, korku, kaygı gibi yoğun duygularla yemek üzerinden baş etmeye çalışmak gibi durumlar söz konusu olabilir. Yemeğe yüklenilen anlamı, duygu ve düşünceleri fark etmek, yemekle daha sağlıklı bir ilişki kurmanızı kolaylaştırabilir.
- Sağlıksız yeme tutum ve alışkanlıkları ile ilgili destek almak: Sağlıksız yeme tutum ve alışkanlıklarını kabul etmek ve destek istemek oldukça zor olabilir. Bu tutumların kişi için bir işlevi, faydası, yararı olduğunu, başka bir yol bulunamadığı için bu şekilde ortaya çıktığını unutmamak gerekir. Bu belirtileri “şımarıklık, ilgi isteği” olarak yorumlamak, eleştirmek, öğüt vermek, sorguya çekmek, aşırı koruyucu ya da baskıcı davranmak yerine bir uzmana başvurmak gerekir. Tedavi için psikiyatristler, klinik psikologlar, dahiliye, kardiyoloji gibi çeşitli alanlarda uzmanlar ve diyetisyenler bir arada çalışabilirler.
[1] Bratman S. & Knight D., Health Food Junkies: Overcoming the Obsession with Healthful Eating, Broadway Books, New York, 2000
[2] https://www.nationaleatingdisorders.org/learn/by-eating-disorder/other/orthorexia