PINAR ARSLAN DEMİRCİ, Uzman Psikolog
Son yıllarda çalıştığım ya da tanıştığım ebeveynlerden çocuklarının kendi ayakları üstünde durabilen, kendi kararlarını verebilen, kendileri için doğru olanı seçebilen, bağımsız bireyler olmalarını istediklerini sıkça duyuyorum. Yetişkinlerin de oldukları ya da aslında olmak istedikleri kişiyi tanımlarken yine “özgürlüğüne düşkün, kendi kendine yetebilen, kendini merkeze koyabilen” gibi sıfatlar kullandıklarını görüyorum. Bu ifadeler sağlıklı bir kişilik gelişimi için önemli bir kavram olan “özerklik (otonomi)” kavramını düşündürüyor. Dolayısıyla ebeveynlerin ya da yetişkinlerin böylesine arzuladıkları özerklikten gerçekte ne anlamamız gerektiği, neden önemli olduğu ve nasıl oluştuğu çocuk yetiştirirken en temel noktalardan biri oluyor.
Özerk (otonom) olabilmeyi; kişinin başkalarının fikirlerini ve isteklerini önceliklendirmeden kendi ihtiyaçlarına göre, kendi aklıyla karar verme, kendi kendini yönetebilme, kendi yaşamının üstünde söz sahibi olabilme kapasitesi olarak tanımlayabiliriz. Tabii burada otonomi sahibi kişilerin eylemlerinin sorumluluğunu da alabildiklerini yani davranışlarının ve kararlarının olası sonuçlarının farkında olduklarını da vurgulamalıyız. Çünkü kendini bağımsız olarak tanımlayan kişiler, kararlarının sonuçları olumlu olduğunda bu kararla övünüp olumsuz bir sonuç aldıklarında başkalarını suçluyorlarsa gerçek bir otonomi gelişiminden söz edemeyiz. Örneğin kişi bir iş görüşmesinden olumlu sonuç alınca çok adil bir işe alım süreci olduğunu söyleyip, en iyi aday olduğuna inanırken elendiğinde sadece torpilin işlediğini ve kesinlikle haksızlığa uğradığını düşünüp hiç öz-değerlendirme yapmıyorsa gerçekten otonom geliştirdiğinden şüphe edebiliriz. Dolayısıyla, otonomi geliştirebilmiş özerk birinin eğrisiyle doğrusuyla kendi hayatını sürdürebilmesini ve her yaşantıyı bir öğrenme olarak görüp büyüyerek ilerlemesini bekleyebiliriz. Böyle kişilerin kendilerine çoğu zaman güvendiklerini ve inandıklarını aynı zamanda gerektiğinde eleştirel bir bakış açısına da sahip olduklarını, başkalarının itmesiyle değil içsel bir motivasyonla çalıştıklarını ve ilerlediklerini, duygu ve davranışlarını sağlıklı yollarla düzenleyebildiklerini görürüz. Elbette tüm bunlar kişinin daha yaratıcı ve özgür hissetmesini ve kendinden memnun olmasını da sağlar.
Peki özerk kişilik nasıl gelişir?
Pek çok kişilik özelliği gibi özerlik de erken dönemlerde gelişmeye başlar. Erik Erikson’a göre insanın kişiliği, içinden geçtiği sekiz psikososyal gelişim aşamasıyla şekillenir. Bu aşamalardan ikincisi olan özerkliğe karşı utanç ve şüphe genellikle 1,5-3 yaş arasında gerçekleşir[1]. Bu dönemde çocuklar ebeveynlerinden ayrışarak bağımsızlaşmaya ve öz-kontrol geliştirmeye odaklanırlar. Özellikle kendi zihinlerinin diğerlerinden farklı olduğunu fark ederler ve bunu her fırsatta dile getiriler. “Ben legolardan kule yapmak istemiyorum”, “Ben acıkmadım”, Uyumayacağım”, “Onu sevmiyorum” gibi ifadeler onların isteklerinin ya da aklındakilerin bizimkilerden farklı olduğunu anlatma çabalarıdır. 2 yaş krizleri dediğimiz her şeye itiraz etmeler de içlerindeki bu ayrışma ve öz kontrol geliştirme ihtiyaçlarından kaynaklanır. Erikson’a göre çocuğun “ben senden bağımsız olarak da var olabilirim” demeye çalışan bu ayrışma girişimleri saygıyla, anlayışla karşılanır ve çocuğun bağımsızlaşma girişimleri desteklenirse çocuk özerklik geliştirebilir. Yani, “Bunu istemiyorsun demek, sen ne düşünüyorsun/istiyorsun? gibi ifadeler çocuğu olumlu yönde destekleyebilir. Ancak bu girişimlere karşı çıkılırsa, direnç gösterilirse ya da ceza ile cevap verilirse çocuk utanç ve şüphe geliştirebilir. Elbette bu dönem ebeveynler için oldukça zorlayıcıdır; bugüne kadar daha uyumlu, bakım verenlerine hayran ve onlardan ayrılmayı hiç istemeyen çocuk bu dönemde tam tersine uzaklaşmak, kendi becerilerini geliştirmek ister ve pek çok şeye karşı çıkar. Beslenme, uyku gibi rutinler daha zor bir hal alır, çocuğu anlamak zorlaşabilir. Dolayısıyla, sıklıkla gerilen ebeveynler öfkelerini yönetemeyip “senin dediğin olmayacak” mesajını veren sert bir tutum veya çaresizlik duygularını yönetemeyip “ne istersen tamam, yeter ki olay çıkarma” mesajı veren tavizkar bir tutum gösterebilir. Çoğu zaman da önce sert bir duruşla başlayan ancak sonra pes eden ya da pişmanlık ve suçlulukla geri adım atan bir ebeveynlik görebiliyoruz. Tam tersi de mümkün; önce taviz veren ama bir süre sonra yorulup öfkelenen ve sertleşen ebeveynlikleri de çok gözlemleriz. Tüm bu tutumlar çocukların bu dönemdeki gelişimlerine pek de iyi gelmeyen tutumlardır.
Bir başka yaklaşım da pek çok şeyi kendi yapmak isteyen çocuğa hiç fırsat vermeyen, onun yerine karar veren, yapabileceği şeyleri onun yerine yapan ebeveynliklerdir. Çocuk kendi yemek ister ancak bakım veren illa kendi yedirir, çocuk aklındaki oyunu oynamak ister ama çoktan “gel şunu oynayalım” diye ısrar başlamıştır. Çocuk yapbozu kendi yapmak isterken yetişkin parçaları sabırsızlıkla çocuğun eline verir. Çocuğun kendi yapmasına izin vermeyen tüm bu sabırsız ya da kontrolcü davranışlar çocukların büyümelerinin önünde engel oluşturabilir. Uzun vadede çocuğun bağımlılık ve çekingenlik geliştirmesine neden olabilir.
Bu dönemde çocukların kendi küçük işlerini görmelerine, kendini oyalayabilmelerine, oyunlarını başlatmalarına, küçük sıkıntılarla başa çıkmalarına ve problemleri kendilerinin çözmelerine fırsat verilmelidir. Elbette tüm bunları yaparken çocuğun gerçekçi ve gerekli sınırlara da ihtiyaç duyacağı unutulmamalıdır. Örneğin çocuk başkalarına vuramayacağını, kendini kazalardan ve hasta olmaktan koruması gerektiğini, gerektiğinde başkalarının işinin bitmesini, sırasının gelmesini bekleyebilmeyi öğrenmelidir. Yoksa her istediği yerine getirilen çocuk kendini kontrol edebilmeyi öğrenemez.
Özerkliğin geliştiği bir başka gelişimsel dönem de ergenliktir. Bu dönemde kimliğini oluşturmaya çalışan genç yine ebeveynlerinden ayrışmak ister. Onlar gibi düşünmediğini, davranmadığını hissetmediğini her fırsatta gösterir, göstermek ister. Ailenin değerleri ve kendi değerleri çatışır ve bu da aile içinde krizlere yol açabilir. Örneğin, ebeveynlerin gencin saçına, giyimine, aksesuarlarına dair olumsuz yorumlar yapmaları ve kendi beklentilerine göre değiştirmeleri istemeleri çoğu zaman ergenin “Bu benim alanım ve senin fikirlerin umurumda değil” anlamına gelen itirazları ile sonuçlanır. Böylece her karşılaşma önce bu gerginlikle başlar ve sağlıklı bir ilişki kurmak zorlaşır.
Oysa bu dönem gencin kendi problemlerini çözebilmesi, kendi değerlerini oluşturabilmesi, daha fazla sorumluluk alabilmesi için önemli bir fırsattır. Bu dönemde de ebeveynlerin gençlerin kendilerini tanımalarına, kararlarını vermelerine, seçimlerinin sonuçlarını yaşamalarına fırsat vermeleri önemlidir; bu da ancak onların kendilerini ifade etmelerine fırsat vererek, onları dinleyerek ve anlamaya çalışarak olur. Bu dönemde ebeveynlerin en çok yaptığı şey öğüt vermektir; halbuki gençler en iyi yaşayarak öğrenirler bu yüzden anne babaların öğütleri çoğu zaman onlar için anlamsızdır. Belki de en iyi şey genci dinlerken yargılayan ve sorgulayan değil merak eden yetişkinler olmak, daha kapsamlı düşünmelerine destek olacak sorular sormak ve sonuca kendilerinin varmalarını desteklemektir. Mesela “bu düşüncen yanlış, sana zarar verir” demek yerine “ böyle düşündüğünü anlıyorum, buna nasıl karar verdiğini merak ettim? Acaba böyle davranırsan sonuçları neler olabilir?” gibi bir yaklaşım daha verimli bir iletişim olabilir. Gencin özerkleşme ihtiyacı aslında ebeveynlerden duygusal olarak uzaklaşması anlamına gelmez sadece fiziksel ve zihinsel olarak kendi alanını ister.
Özerkleşme çoğu zaman kişinin ailesiyle artık yakın ilişkide olmaması ve daha bireysel olması olarak algılanabilir. Oysa Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın[2] “Özerk İlişkisel Benlik” olarak adlandırdığı sentez kişilik modelinde, kişi hem özerk hem de ilişkisel olabilir. Uzun yıllar batı kültüründe özerk ve az ilişkisel olmak başarının ve yeterliliğin gereği olarak görülse de artık özerk olabilmek için insanlardan duygusal olarak uzaklaşmış olmak durumunda olmadığımız ve hatta yakın sosyal ilişkilerin koruyucu ve destekleyici bir rolü olduğu açıkça görülmektedir. Önemli olan birbirimizin sınırlarını gözeterek ilişkilenebilmemiz, herkesin kendi hayatını yönetebilme kapasitesine saygı göstererek yakınlaşabilmemiz.
Ebeveynlerin çocukları için arzuladıkları, yetişkinlerin kendilerini tanımladıkları özerklik için yaşamımızın her döneminde çokça fırsat var. Özerkliğin doğru anlaşıldığı ve fırsatların iyi değerlendirildiği bir yaşam dilerim.
[1] Erikson, E. H. (2014). İnsanın 8 evresi. Okuyan us yayınları.
[2] Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). Özerk İlişkisel Benlik: Yeni Bir Sentez. Türk Psikoloji Dergisi, 11(37), 36-43.