CANSU OMRAK, Klinik Psikolog
Yaşamda ve ruh sağlığımızda sınırlar her zaman dikkat çeken önemli bir konu olmuştur. Bebekken zorla yemek yedirilmek, çocukken “teyze bir kere öpsün” demek, ergenlikte “bana dokunma anne” isyanları bedenimizle ilgili sınırların ihlaline işaret ediyor. Aslında yaşamın her döneminde izin almadan dokunmak, sarılmak, öpmek bedensel sınırlarımıza müdahale olarak ele alınabilir. Okul öncesi dönemden başlayarak mahremiyete, kişisel alana ve bedene saygı kavramları ile birlikte “iyi-kötü dokunuş” kavramları da konuşulabilir. Hem iyi hissettiren, zorlayıcı bir duygumuzu düzenlemeye destek olan hem de istenmeyen, rahatsız eden “kötü” dokunuşlar yaştan bağımsız olarak, sınırlarımızı oluştururken ve korurken gözettiğimiz durumlardır.
Bedensel sınırlar üzerine düşünüp konuşmak, bu sınırların farkında olarak büyümek önemli olmakla birlikte duygusal sınırları da göz ardı etmemek gerekir. Duygusal sınırlar göremediğimiz, zaman zaman “Ama bu saygısızlık!” dediğimiz durumlar olarak tanımlanabilir. Bize fırsat verilmeden, biz talep etmeden başkalarının bizi tanımlaması, istediğimiz veya istemediğimiz şeyler, tercihlerimiz hakkında yorum yapılması, “Ben öyle söyledim diye üzüldü” gibi başkalarının duygu veya davranışlarının üstlenilmesi ya da sorunlar için sorumluluk almayıp başkalarının suçlanması duygusal sınırların ihlali olarak ele alınabilir. Çocuklukta “Benim oğlum pembe sevmez, pembe kıyafetler giymez” şeklinde (belki toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden düşünerek) en basit tercihine müdahale etmek, ergenlik döneminde “Ne kadar kilo almışsın, biraz diyet yap istersen, bu dönemden sonra kilo vermek zor olur benden söylemesi”, demek, yetişkinlikte “Kaç yaşına geldin düzgün bir işe gir, evlen” gibi kilo, giyim, yaşam tarzı, iş durumu, sosyal ve romantik ilişkilere dair talep edilmediği halde yapılan yorumlar bu görülmeyen sınırların aşılması olarak düşünülebilir. Bu tür yorumları, eleştirileri duymak zorlayıcı olabilir. Bu cümlelerin nasıl hissettirdiğini, neler düşündürdüğünü fark etmek yani kendimizi izlemek, dinlemek ve istenmediği halde gelen bu tür müdahaleleri reddetmek bir yol olabilir. Bir başka deyişle, “Bu benim kararım, tercihim, isteğim” demek, kendimizi anlatmak, ifade etmek işlevsel olabilir.
Bazı durumlar var ki; mecburi şekilde toplumun her bireyinin hakkını ya da sınırlarını korumak, bir düzen sağlamak, bir standart korumak için ortak sınırlar çizilir. Okulların ve iş yerlerinin giyime ilişkin kuralları, gittiğimiz sinema, restoran gibi mekanların kuralları ortak sınırlara örnek olabilir. Ortak sınırlara ilişkin durumlarda “bu benim kararım, istediğim şekilde davranırım.” demek anlamlı olmaz. Örneğin, hiç elimizde olmayan pandemi koşulları/kuralları gibi herkes için aynı şekilde geçerli olan, önceden belirlenmemiş ve belli durumlar karşısında birden konan kurallar, çizilen sınırlar olabilir. Bu ortak ve ani çizilen sınırlar, “Yok yok ben evde çok iyiyim” diyenleri dahi zaman zaman zorlayabilir, sıkışmış hissettirebilir.
Sınırları ihlal et(tir)memek
Fiziksel veya duygusal sınırlarımızın içine adım atıldığını düşündüğümüzde öfkelenmek, üzülmek, hayal kırıklığına uğramak, haksızlığa uğramış, çaresiz hissetmek doğaldır. Bu durumda sınırlar nerede başlar, nerede biter sorusunun cevabının herkes için farklı olabileceğini unutmamak ilk adım olabilir. Örneğin, birisi partneriyle sosyal ortamlarda fiziksel temas kurmaktan hoşlanmıyorken bir diğeri için bu rahatsızlık hissettirmeyebilir. Aynı şekilde bazı insanlar iş ararken bolca tavsiye, öneri, mülakat taktiği duymayı isterken kimileri bundan rahatsız olabilir. Yani herkesin kendini rahat hissettiği ve rahatsızlığa düştüğü o an farklı olabilir. Çocuklukta tuvalet kapısını kapalı tutmak, giyinirken oda kapısını kapatmak, ergenlikte kapının tıklanarak odaya girilmesi, odanın karıştırılmaması, günlüğün okunmaması hem mahremiyetin hem de sınırların ebeveyn olarak öğretilmesi bir çocuğu veya gencin öğrenmesi için bir başlangıç olabilir. Yetişkinlikte ise kendi sınırlarımızı ifade etmek ve karşımızdakine tercihini, istediğini sormak gibi ufak ama önemli iletişim becerileri kullanışlı olabilir. Örneğin, “Canın sıkkın sanırım, sarılmak ister misin?”, “Benim de başımdan böyle bir iş tecrübesi geçti, konuşmak ister misin?” şeklinde sorarak ya da “Tek başına eve ilk kez çıkmak zor olabiliyor, tavsiye istersen konuşabiliriz” diyerek karşımızdaki kişiye sorarak öğrenmek en pratik yoldur. Eğer bir dokunuş, yorum, öneri, rahatsız hissettiriyorsa, rahatsız hissettiriyordur. Bu hissi göz ardı etmemek, sınırı aşan eylemi “Yok ya yanlış anladım, niyeti o değildi” demeden “Hayır, istemiyorum”, “Bunu konuşmak istemiyorum.” diyebilmek önemli olacaktır. Buna kısaca “karşılıklılık” yani ilişkideki tarafların açıkça kendilerini ifade etme ve dolayısıyla sınırları belirleme diyebiliriz.
Hem kendi sınırlarımızın hem de diğerlerinin sınırlarının neler olduğuna dair öğrenme çabası iletişimi daha net hale getirmek ilişkiyi kuvvetlendirmek için etkili olabilir. Belki de arkadaşların, partnerlerin birbirlerinin, ebeveynlerin çocuklarının sınırlarının ve hatta herkesin kendi sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğini keşfetme zamanı gelmiştir.